Pages

31 Temmuz 2010 Cumartesi

saat 05.00, Telefonda ruh hastası takıntılı bir sapık!!!

Sabaha kadar uyku ile uyanıklık arasında kabus dolu bir gece geçirdim. Uykusuzluk sorunum hep var ama bu defa uykum olduğu halde uykuya geçememe sıkıntısı yaşıyorum. Sabah beş civarı tam dalmayı başardığımda telefonum çaldı. Arayan numara telefonumda kayıtlı olmayan bir numara. Açtım, telefonda kısık bir ses ve kabus başlıyor....
-uyandırdım seni özür dilerim
-evet uyandım
-nasılsın?
(bu arada çok garip bir şekilde, uyku sersemliğiyle sanki tanıdığım biriyle konuşuyor gibiyim, sanki uykuda da değil, narkozdan yeni çıkmış bir hastanın sorulan sorulara bilinçsiz cevap vermesi gibi... kim olduğunu bilmiyorum ama yarı uykulu cevaplar veriyorum)
-iyiyim, sen
-seni çok özledim, evdemiydin bütün gün?
(hala ayılamıyorum -  arka planda rüzgar sesi geliyor, ama ne dediğini tam anlamadığım için tekrar ettiriyorum
-ne.... anlamadım?
-seni çok özledim, seni çok seviyorum.
Ayılmaya başlıyorum yavaş yavaş ve telefonu hiç bişey söylemeden kapatıyorum...

hemen ardından telefonum tekrar çalıyor;
açar açmaz soruyorum, ama hala bilincim yerinde değil tam olarak....

-kafan mı güzel senin?
-hayır, iyiyim seni istiyorum sadece
-????? (o uykulu halime kal geliyor)
-benim ikinci ismi mi söyler misin? ( ona kimsin diye sormak yerine, beni gerçekten tanıyan biri olup olmadığını anlamaya çalışıyorum çünkü bana sadece ikinci ismimle hitap ediyor....)
-boş ver şimdi bunu, yarın Bodrum'a gel, yanıma gel, bütün masraflarını ben karşılayacağım!!!!!!!!!!
işte burda ayılıyorum,
-Ne Bodrum'u lannn, ne masrafı karşılaması manyak mısın???
-Lütfen, buraya yanıma gel, şu an yatağındasın biliyorum, beni hayal et, ben hep seni hayal ediyorum!!!!
Kan beynime sıçrıyor, yataktan fırlıyorum;
-Kimsin ulan sen, tanıyor musun beni?
-Evet, S.....
İyice deliriyorum,
-Bana bak bir daha arayacak olursan senin canına okurum!!!

Saçma salak bi tehdit savurup korkuyla kapatıyorum telefonumu....

Bir anda ter içinde buluyorum yatağın içinde kendimi, saçımı başımı yolacak haldeyim sinirden. Hala kabus mu gördüm yoksa bu telefon konuşması gerçek miydi anlayamıyorum. Telefonumun tekrar arama kayıtlarına bakıyorum, telefon numarasına ve aradığı saatlere bakıyorum. Gerçekti bu kabus değildi. Adamın sesi öyle korkunç öyle psişik öyle sapıkçaydı ki, sanki her an kapıyı açıp üzerime atlayacakmış gibi bir his kapladı içimi. Oturup bir sigara yaktım, kafamı toparlayıp düşünmeye başladım. Kim olabilirdi bu? Kim, kim?? sıradan bir telefon sapığı değildi, İsmimi biliyordu. Saate baktım 6 olmasını bekledim ve Zeyno'yu aradım. 
Benim hiç aklıma gelmeye birini hatırladı. Bu kişi benim bir ay önce kadar yaptığım iş başvuruları için CV mi ele geçiren birinin oradaki bilgilerimle beni önce msn den eklemiş, ve sanki beni tanıyormuş gibi konuşup esrarengiz takılan, ama durmadan hakkımda sorular soran öğrenmeye çalışan adamdı. Çalıştığım işyerleri hakkında sorular sorup kendince yorumlar yapıyordu, en çokta muhabirlik yaptığım haber ajansı hakkında konuşuyordu. Bilgilerime nereden ulaştığını sormama rağmen cevap vermiyordu. Delirmiştim o zamanda. Eğer gerçekten biri Cv mi eline geçirmiş ve buradaki bilgilerimle bana kafayı taktıysa gerçekten tehlikedeydim. Ona sorduğu soruların hiç birine cevap vermeyeceğimi bana gerçekten kim olduğunu ve beni nerden tanıdığını söylemesi için son bi süre verdiğimi eğer söylemezse sileceğimi söylediğimde; "lütfen silme, söyleyeceğim herşeyi anlatıcam ama bana biraz daha süre ver, şu an sadece bodrumda olduğumu söyleyebilirim, geldiğimde anlatabilirim, ama istersen sen buraya gel" demişti. Baktım iş uzayacak, bişey söylemeye niyeti yok ve giderek tuhaflaşmaya başladı, engelleyip silmiştim. aradan belki de yirmi gün geçti neredeyse, tamamen aklımdan çıkmıştı. Zeyno'ya telefon görüşmesini anlattığımda hiç düşünmeden söylediği bu adam olmuştu. Bana internet yoluyla ulaşamayınca, telefon numaramdan ulaşmaya başlamıştı ve bu durumda takıntılı ruh hastası biriydi. Şimdilik ne yapacağımı bilmiyorum ama eğer tahmin ettiğimiz gibi CV mi ele geçirmiş biriyse bu ruh hastası adam, gerçekten tehlikedeydim çünkü EV ADRESİM bile yazıyordu. Bana önce msn den, daha sonra internetten ulaşamayıp cep telefonumdan ulaşmaya çalışmıştı bunca zaman sonra. Korkuyorum ama nasıl önlem alacağımı da bilemiyorum. Birazdan hazırlanıp çıkmam lazım. Ama içim hiç rahat değil bir huzursuzum.... KOR KU YO RUM!!!

30 Temmuz 2010 Cuma

ayaküstü konuşulan son dakika planlanan kısa-cık tatil planım...

Bu sabah mayış mayış zor uyandım yine. Öğlende katılmam gereken bir organizasyon vardı ama üşengeçlikten gitmek istemedim. Öğleden sonra da gökçe ile görüştük, "hadi atla bana kahveye gel" dedi. Akşama Bodrum'a gidecekmiş, hem gitmeden görüşürüz hemde epeydir görüşmediğimiz için sohbet ederiz dedim. Gittim hatun valiz hazırlıyor, bi yandan kahvelerimizi içtik bir yandan da onun yanında götürecekleri ile ilgili eksik olabilecek eşyalarını hatırlattım, bir yandan da sohbetimizi yaptık. Ne çok şey birikmişti. Gökçe ile 15 yıldır arkadaşız neredeyse, geçen yaz her gece bir barda şişelerin dibine vuruyorduk ama bu sene ikimize de bir durgunluk bir dinlik geldi, kendi kabuklarımıza çekilince sonra işi sadece ev oturmalarına çevirdik. Neyse derken laf lafı açtı, pazartesi döneceğini söyledi. Sonra İzmir'deki arkadaşlardan laf açılınca "salı günü İzmir'de buluşsak mı?" diye düşünürken, birden karar verdik. O Bodrum'dan İzmir'e geçecekti, bende buradan. Seco ve Sedef'te oradaydı hep birlikte güzel vakit geçiririz diye acilen planı oluşturduk. İzmir'e hazırda bekleyen açık biletim olduğu için bilet bulma telaşım yoktu, sadece dönüş biletimi ayarlayacaktım o kadar. Hem böylelikle Burak'ıma da bir iadeyi ziyaret gerçekleştirmiş olurum...
Malum bu sene uzun uzadıya bir tatil planım yoktu, özellikle de bu hastalık olayından sonra, hem öyle denize havuza girecek şartlarımda yok malsef, ultra steril olmam gerekiyor uzun bir süre... zaten kaçamakların, aniden karar verilen seyahatlerin insanı olarak ne zaman nerede olacağım pek belli olmuyor, kim bilir bakarsın bir ege turu yaparım. Daha çok yolculuk yapmak, gezip görmek maksatlı birazda içinde macera olanından bi kaçamak olacak bu. Tabi bu planlarımdan mucizenin henüz haberi yok, önce hafiften izin istiyor yollu soracağım, nasıl olsa itiraz etmeyecektir hem belki koca bir yaz tatilsiz üstelik yoğun iş temposunda helak olmuşken hemde İzmir'i çok seviyorken belki o da gelmek isteyebilir. Dedim ya sürpriz sürpriz.... herşey sürpriz olsun, ama kötü sürprizler olmasın lütfen... Hem neyin fazlasını istedim ki bu güne kadar, sağlık huzur ve mutluluk, bunların hepsi içinde biraz para :)  biliyorum bunlar zaten illaki olmazsa olmazlar ama valla ki yemin ederim fazlasıyla işim yok:) Sağlıklı olayım, sevdiklerim sağlıklı olsun hayatta mutlu olsunlar bende mutlu olayım, sevgilime çok aşık olayım o da bana çok aşık olsun, biraz heyecan biraz eğlence bunların toplamı zaten huzur oluyor, hayatımı devam ettirebilecek kadar da param olsun, bitti gitti işte, 5 satırdır aynı şeyi anlatmaya çalışıyorum, ne zormuş lan şuncacık şeyleri istemek dilemek, tevazu göstermek " ama o kadarcık, ama şu kadarcıkk, birazda bu kadarcıkk olsunnn" demek. hooff darlandım. gidiyorum ben.... gittcem iştee....
öperimm

29 Temmuz 2010 Perşembe

gergin, asabi, huysuz, sevimsiz ve hırçınım bu gün.

tamam gerginim. kabul ediyorum. ben ki ergenlik döneminde bile sivilce çıkarmamışım, ben ki regl dönemlerinde depresyona girmemiş bi hatunum. bu yüzden de üzerimdeki bu  sebepsiz! negatif enerjiyi neye bağlayacağımı bilemedi!. Televizyondaki sinir bozucu bir reklamla bile kendi kendime konuşup kavga ediyorum. "Vay çakal vay, sen o kampanyayı benim külahıma anlat" gibilerinden homurdanıyorum. annemle de sudan sebeplerden tartışıyoruz, ya bize ayrı evlerde yaşamak yaramadı, yada benim bir süreliğine eve geri dönmem. bilemedim. şu an için beni neyin mutlu edeceğini bilmiyorum. mutsuzlukta değilde gereksiz bir huysuzluk var üstümde. saat başı bişeyler yeme ihtiyacı duymaktan da nefret eder oldum. tiksinip ağzıma tek lokma sokamayacak hale gelene kadar mı böyle devam edicem onuda bilemedim. Al işte gerzek biri daha. Tam da şu yazıyı yazdığım sırada cep telefonum çaldı, arayan kişi, girişimci ruhlu, ama psikopat derecede yapışkan bi tip. Zamanında bi iş yapmaya kalktık vazgeçtik falan neyse, beni sürekli telefonla arayıp saatlerce esir alırdı zamanında. o biçim rahatsız olurdum ve bunu belli ettiğim halde ısrarla arar sorar boş gevezelik ederdi. şimdi yine çağrı atıyor!! bir de ben arayacağım haaa!!! Malmısın be adam gıcık oluyorum sana ve telefonlarını bilerek açmıyorum msn den facebooktanda engelledim seni bu kadar salakmısın yahu!!!
o yetmezmiş gibi bir arkadaşım facebooka sürekli yeni fotoğraflar koyuyor ve sürekli taciz ediyor o da. "hadi fotoğrafıma yorum yap, hadi bilmem ne yaz sevgilim görsün,  hadi şu fotoğrafı beğen" falan diye. bunu yıldırıp yaptırana kadar devam ediyor. bazen sırf pislik olsun diye yazmıyorum bilerek ama dayanamıyorum sonunda sussun diye yazıyorum kendimce çok sevimsiz ve en samimiyetsizinden bi kaç kelime.sonra ne kadar ottan boktan mevzulara kafayı taktığımı düşünüp iyice deliriyorum.  böylelikle tahammüllerimin bağlı olduğu ipler aşırı derecede aşınmadan giderek inceliyor ve ben kopuşlara geliyorum işte o zaman. hiç birşey yapmadan evde oturmak yemin ederimki bir meziyetmiş!!! bunu dönem dönem yaşasamda hiç bu kadar gerildiğimi hatırlamıyorum. hani biri ağzını açıp "gıg" dese, elimin tersiyle çok pis kayıcam. görsen dersin "bu yaştan sonra emo tribine mi bağladın" diye işte o zaman çıkar sokağa yangın vaar diye bağırırım valla. sanırım gitmem lazım. çook ama çook uzaklara!!!!

Bütün CV lere kafam girsin!!!


Düşündüm düşündüm, "ben uzun zamandır ne yapmıyorum?" dedim kendime, ve buldum. Evet iş başvurusu yapmıyordum epey bi zamandır. Gelip geçici şirketlerle gelip geçici işler yaparak, freelance çalışarak geçirdim koskoca yazı. En son bir ay önce kadar yaptığım iş başvuruları sonucu birsürü aja.ns la görüşmüştüm. Hatta X firmalardan biri, ünlü bir ailenin çocuklarının ajansı, bayada kalite işler yapan ajanstı.Çok istemiştim orasının olmasını.  İlk görüşmemiz gayet güzel geçmişti. 12 başvuru arasında ilk 3 tesin demişlerdi. Ertesi gün ben başka görüşmelere devam eder, telefon edip "Rapunzel hemen gelebilir misin? seninle bir kişi arasında kaldık, tekrar değerlendirmemiz gerekiyor" dediler. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim kesin olacak diyerek hoplaya zıplaya gittim tekrar ajansa. Bu defa daha sohbet havasında geçen görüşmemizde yine benim rakibime göre bir kaç adım önde olduğumu söylediler. Diksiyonum, enerjim, görünüşüm, işi isteyişim, iş bilgim, muhabirlikten ve fotoğrafçılıktan geldiğim, cv'mdeki iş tecrübeleri falan hepsi çok iyiymiş. Şişirdiler de şişirdiler. Aman allahım hem uçuyorum, hemde  mahçup mahçup teşekkür ediyorum. Bir yandan da "yok artık, kesin oldu bu iş" diyorum. Yine bir takım soruların ve muhabetin ardından ikinci görüşmeyide tamamlamıştım. Üstelik bu defa daha da emin olarak. Çıkarken, "bu akşam olmadı en geç sabaha kararımızı haber veririz, umarım hayırlısı olur" dediler. el sıkıştık. Ben salak tabi o gün ve o günden sonra aldığım bütün randevuları iptal etmiştim.  öncesinde gittiğim diğer yerlerde bu ajanstan daha iyi olmadığı için de olabilecekleri geri çevirmiştim. Ne akşam, ne de sabahında, bırak olumlu olumsuzu bildirmek için bile haber vermemişlerdi. "Onun bunun çocukları nasılda oynadılar benimle" diye bir ağlamadığım kalmıştı. Sonra sinirlendim başvuruları kestim. Sanki millet kapıma dayanmıştı, meraktan ölmüşlerdi "bu kız niye başvuru yapmıyor bize" diye. Ajansın birine kızdım diye kendi kendime tribe bağlayıp, "yok lan size cv mivi" diye tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış efsanesini hayata geçirmiştim. 

Bu sabah mucizemin telefonuna uyandım yine öğlene doğru,  Kendisi sabahın köründe kargalardan önce uyanıp işlerinde koyulduğu için uykudan uyandığımı anlayınca yine başladı tabi söylenmeye... "tembel, uykucu, bıdı bıdı.... ne olacak senin bu hallerin.... vs.. vs" Kafam zaten pilot, hala uyku sersemi uçuştayım, bide sevgilinin sesiyle uyanıyor olmanın şapşal mutluluğu var...tabi kısa sürdü, bu disiplinli çalışkan, işkolik adamın sesiyle uyanamak çok zordu. Sanki o benim patronummuş bende her sabah işe geç kalan telefonda uyandırılan azar işiten bir personelmişim gibi.... höytt....  bir anda uyanıverdim. Bana bak sevgili!! bana Asalak muamelesi yapamazsın tamam mı!!!! diye çemkirdim içimden..... tısss....

-Adam haklı lan hayvan! Aylardır her öğlen mütemadiyen seni uyandırmaya çalışıyor. İbnelik yapma, kalk iş ara, sorumluluk sahibi ol, bir düzene gir!!!

Kahvaltımı bitirmeden, kahvemi alıp oturdum bilgisayarın başına. Önce Cv mi tekrar gözden geçirip düzenledim sonra başladım nokta vuruşları yapmaya. Bıktım usandım gerekli gereksiz bir sürü ilan okumaktan. İlanlara da güven olmuyor, oturdum tek tek ajansların sitelerinden, direk adreslerine mail gönderdim toplu olarak. Şimdi otur bekle işin yoksa. Telefonumla birlikte cebimde kağıt kalem taşıyorum, biri ararsa hemen adresi not etmek için. Sinir bozucu bir bekleyiş bu. 

Celly Gelince Yapılacaklar

O kadar çok özledimki onu, özellikle de bu aralar sürekli çeneme vuruyor. Her an heryerde "Biz Celly'le......." diye başlayan cümleler kurmaya başladım. Arkadaşlar söylüyor, "anlaşıldı çok özledin" diyorlar. Odamda ki gardropta asılı duran şahane bir fotoğrafımız var. Koskocaman hemde. Ne zaman baksam öyle dalııp dalıp gidiyorum. Bebekliğinden beri hiç değişmedi. Bu yaşıma geldim hala ondan daha güzel bir bebek görmedim. Doğduğu yıl ben 5 yaşındaydım, oyuncak gibi verdiler elime. Kuzenim diyemiyorum, "Canım kardeşim" o benim tek kardeşim...  Bebeğim, arkadaşım, kardeşim kuzenim. Canımın yarısı. Hala da ondan daha güzel gülen birini bilmiyorum. Neyse bu kadar edebiyat yeter, geldiğinde hakkından gelicem bunca zaman ayrı kalmanın. Eşşek kere eşşek bu sene yazokuluna kaldığı için bütün bir yazı ayrı ayrı geçirdik, belkide ilk defa bu kadar uzun süre ayrı kaldık. Bu yüzden yapılacak çok şey birikti. Hergün msn de bişey buluyoruz, "gelince şunu da yapalım, bunu da yapalım" diye... Bende durdum ve bunları bir liste yapmaya karar verdim.


Celly Gelince Yapılacaklar
Önce bir kaç defa sabaha kadar oturup sabaha kadar olan biten ne varsa konuşulacak.
Sarmaş dolaş uyunacak
Kahvaltı sofrasında uzun uzun sohbetler yapılacak.
Birsürü şeye katıla katıla gülünecek
Gerekirse ağlanacak.
Fotoğraflar çekilecek.
Sonra The Jon's ekibi toplanacak.
The Jon's ekibinden S&P kardeşlerle sabahlanacak
Pijama Partileri yapılacak
Tabu ve Jenga Partileri yapılacak
Dört koca kazık Geleneksel LunaPark eğlencesine  gidilecek, kusana kadar bütün oyuncaklara ve özellikle çarpışan arabalara mutlaka binilecek!
Çarşı pazar gezilecek, ıvır zıvır alışveriş yapılacak
Sinemaya gidilecek
Taksime gidilecek
Ortaköy'e gidilecek
Karaoke yapılacak
Birlikte babannemde kalınacak, babannem bolca mıncırılacak.
Okuduğumuz kitaplar ve dinlediğimiz şarkılar change edilecek
Herhangibir sahil kenarısında çekirdek çitletilecek
Bütün kuzenleri toplayıp bir gece hep beraber eğlenmeye gidilecek
Asıl bomba, Mucizem ile Celly tanıştıralacak, birlikte bir program yapılacak:))
Hatta ve hatta, hazır Celly buradayken, diğer kuzenler ve yakın arkadaşlarımla da bir tanıştırma gecesi yapsam iyi olacak :) gecikmeli olsada güzel fikir. aferim bana iyi akıl ettim.


Şimdilik aklıma gelenler bunlar... hele bi gelsinde yapılacak çok şey var....
Canım Celly'm (Jonem) seni çok seviyorum....

27 Temmuz 2010 Salı

başlık yok

Dün gece yine balkon seranomisindeydim, Sabah 6 ya kadar oturdum. Gece gece oturup kahve içmek hangi akla hizmetse. Neyse önce gece 3 gibi uykum gelir gibi olmuştu, sonra başladım internette yine H.P-V vir.üsü ile ilgili araştırmaya. Hep aynı şeyler, kimi yerlerde içimi rahatlatan, kimi yerlerde içimi karartan yazılar okudum.Aynı zamanda bu ay yaşayacağım Kon.d-ilom Ko.ter-izasyon  tedavisi ile ilgili de biraz kurcaladım. Bu kondilom koterizasyon tedavisi kısaca şöyle "Yüksek tek kutuplu voltajın kullanıldığı bu yöntemde minimum 2000 volt ve 100-1000 miliamper akım kullanılarak, gen,ital siğ.iller  termal hasar sonucu tahrip edilmektedir. Tek geni.tal siği.lde olabildiği gibi  çok sayıda genit.al siğil.lerin tedavisinde de başarı ile tedaviyi sağlayabilmektedirler.
Hasta jinekolojik masaya alındıktan sonra koter cihazının negatif poları hastanın cildine değecek şekilde kalçasının altına yerleştirilir. Eğer ge.nital si.ğil sayısı az ise lokal anestezi, çok ve yaygın ise genel anestezi uygulandıktan sonra genital bölge önce antiseptik solüsyon ile silinir, daha sonra anestezinin de sağlanması ve etkisin de başlaması  ile koter kalemi ile lezyonlar teker teker yakılır. İşlemin süresi lezyonların sayısına ,yerine ve büyüklüğüne göre değişse de yakma işlemi genelde kısa sürmektedir. Yakma işlemi bittikten sonra bölge tekrar antiseptik solüsyon ile silinip yakılmış bölgeye koruyucu bir krem sürülür. Hastaya daha sonraki genital bölge bakımı anlatılıp kullanacağı kremler ve antibiyotik ile ağrı kesici reçete edilir" 



pek kısa olmasada özetle tedavi uygulama şekli ve sonrası böyle. Bununla ilgili olarak hastane ve fiyat araştırmasıda ayrıca bi çalışma istiyor. Hastalığın en önemli handikapı, bağışıklık sisteminin güçlü olup olmadığı aslında. Nekadar güçlü bir bağışıklık sistemi olursa virüsün vücuttaki hasarı ve tedavi komplikasyonları o kadar az oluyor ve daha çabuk iyileşme sağlıyor. Neredeyse bütün vitaminlere ihtiyaç var.  Gün yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu. Not defterine yazdım ne gerekiyorsa, çeşitli bitkiler, abcdefghijklmnopres.... vitaminlerini herbirinin neler içerdiğini tek tek yazdım, uzak durmam gerekenleri de ayrıca bir sütüna büyük puntalarla yazdım. sigara, çay, alkol, kafeinli hertürlü içecek vs. Yaptığım listeyi buzdolabına astım. Yemem içmem gerekenleri ve yememem içmemem gerekenleri... Evdekiler durumu bilmedikleri için bunun sadece sağlıklı beslenme listesi olduğunu söyledim onlara da. İlaçlarım odamdaki çekmecede bir katilin cinayet aletlerini sakladığı gibi saklanıyor. İlaçlar ortaya çıktığı anda -ki annem google canavarı olduğu için ne var ne yok herşey ortaya çıkacaktır. Bu yüzden de hem yalnızlık anlamında hemde gizliliği korumak anlamında ciddi bir efor sarf ediyorum. Uyumak için yattığımda gün aydınlanmıştı. Yatakta uyuyana kadar geçirdiğim sürede şimdiye kadar tükettiğim ve tüketmeye de devam ettiğim sigara alkol çay kafeinli her türlü içecek gözümün önünden film şeridi gibi geçti durmadan. Şimdilik sakinim. Sabah annemle kahvaltı ettik,birazdan da kalkıp ortalığı toparlayıp hazırlanıcam. Bu gün mucizem geliyor, hatta şu İstanbul'da ama işleriyle ilgileniyor. Akşama doğru buluşucaz. Canım hiç birşey yapmak istemiyor. pffff :(


Not. Hatsalıkli ilgili terimlerin aralarına saçma sapan noktalamalar koymamın sebebi google taramasında çıkmaması içindir. Lütfen ayarlarınızla oynamayınız.


Not 2: Fotoğraftaki kızın yazı ile uzaktan yakından alakası vardır çünkü kendimi bu kız gibi, vücudumda ve ruhumun derinliklerinde taşıdığım virüse dil çıkartıp sitlemiyor gibi hissediyorum. 


Günün şarkısı, sadece kendime.

öperim.

polemik

Feyzbukta iletisine "beşiktaş camiasının kandili kutlu olsun" yazmış bi arkadaşım. Din ve futbol işlerini birbirine karıştırmak yanlış bence, şimdi türbanlıları trübünlere almayacaklar. memlekette kaos yetmezliği var ya hani, e serde de polemikcilik de olduğu için vay futbol severin haline diyim ben... gerçi trübünlerde hiç türbanlıya rastlamadım ama olsun yinede öyle çağrışım yaptı işte.
gereksiz.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

ekşisözlük; "böyle birşey yok ama olabilirde"

Off çok darlandım şimdi, hele bir sor niye, şimdi hani bazı şeyleri gogle da arar sorarız ya,  ben bu arayıp sorma işlemini birde eksisozluk'te yaparım, durdum durdum kendime bir kaşıntı bulucam ya, tuttum yazdım "delirapunzel" diye bir de baktım ki gördüğüm içler acısı "böyle birşey yok ama olabilirde" yazıyor. yazık lan bana, çok fena halde gereksiz bir bilog yazarı gibi hissettim kendimi, hani "olsada koduk olmasada koduk" cinsinden. yok öyle binlerce okuyucum olsun beni herkes tanısın derdinde değilim ama kendimi nüfus kayıtlarında gözükmeyen, yada yaşadığı halde ölü gözüken, şapşal bir nüfus memurunun gazabına uğramış yurdum insanı gibi hissetmeme sebep oldu. çok hüzünlendim blog çokk. bunca yıldır dişimle tırnağımla ojeli ojesiz çeşitli parmaklarımla yazdığım blogum ekşisözlükte kimsenin aklına gelmemiş. nasıl bir ezikliktir bu yarebbim. birgün ezik ama grurlu bir kız vardı diyecekler biliyorum o zamanda ben onların entry lerine sokucam... lanet olsun içimdeki sözlük sevgisine, artık aramızdaki bütün bağlantıyı kesiyorum.
kutsal bilgi kaynağıymışşşş peeeeehhhh!!! pabucumun kaynağı!

içime kaçmış çeşitli ruh hallerinin kavgası var bu gece...

Düşündüm de ne zaman evden uzun bir süre dışarı çıkmasam, bir süre sonra mongollaşıyorum. Yanımda konuşulanlara  sadece hee-hıı- aa-ee gibi maximum 3 pekişik harf dışında bir tepki vermiyorum. Karnım acıkmasa bile sürekli bişeyler yiyip içesim geliyor, buzdolabına heycanlı bir geçiş yapıp, ne aradığımı ne gördüğümü aslında buzdolabına niye baktığımı bile unutup kapatıp tekrar yerime geri dönüyorum. (Yerim; balkondaki masa ile büyük büyükanane den kalan berjer koltuk arası) sonra uzun uzun düşündüm. son altı aydır neredeyse adam gibi sarhoş olmamışım, içip içip bar tuvaletlerinden toplanmamışım, istiklalde naralar atmamışım, isyan çıkartıp milleti ayaklandırıp hadi bu gece çıkıyoruz gelmeyenin götünü keserim dememişim, cuba ya gidip sabaha kadar topuklarım kanayıncaya kadar salsa bachata yapmamışım, peyotede ki barmeni uzaktanda olsa süzmeye bile gitmemişim. hiç bir yarayı kaşımamış, hiç bir entrika çevirmemişim. içimdeki şeytan ölüyomu lan noluyo derkene balkondaki masa ve koltuk arasında sıkışmış bir beyinle,titresemde kendime gelemedim. neden mi çünkü benim 42 yaşında bir sevgilim var. tamam ayıp değil söylüyorum çatlamayın benim yaşım 26. o bana çok mani olmasada hatta o benim eski hallerime göre en az benim kadar deli bir ruha sahip olsada, kendi kendimi kastırıp sıkıştırmış içimdeki manyağı akıllı uslu bi hatun yapmışım. fazla romantik fazla kozmetik, yüksek topuklu, iç güveysinden hallice bir mongol olmuşum. artıııı (+) 12 yaşında ergen bir kızın müstakbel üvey annesi olma çabası da buna etken bi faktör olsa gerek. bu bihterizm devrimi beni bozdu kesin..... kendimi kendi kendime asimile etmişim, gereksiz bir olgunlaşmaya girip zaaflarımla oynamışım. tabloya bakılırsa alkolden ve gece hayatından uzak gayet dezenfekte bir hal almışım. amma velakin bu gece arkadaşlardan birinin "hadi taksimeeee" demesiyle damarlarımdaki kan gımış gımış etmeye başladı. nefesimi tuttum ve inceden bir red çekerek, bu geceyi pas geçtim. bu farkındalığın ardından ve devamında sanki diğer arkadaşların "perşembe cubadayız", "çarşamba nevizade de doğumgünüm var" demesiyle iyice zıvanadan çıkartıldım. ve ruhum isyan bayrağını çekti. sabah uyandığımda farklı düşünürmüyüm bilmiyorum. ama o çıtı pıtı, deli manyak,  arkadaş ortamlarının, sahnelerin ve pistlerin aranılan yüzü, büyük organizatör sanırım sahalara acilen bir dönüş yapacak. ha diyeceksin ki altı ay öncesi marifetmiydi, o hallerinle bi haltmıydın? değildim elbett, ne varki sadece sevgilisiyle eğlenen, sadece sevglisiyle içebilen, sevgilisiyle sosyal olan o kızlardan değildim ben. mucizemi çok seviyorum, onunla geçireceğim zamanları hiç bir atraksiyona değişmem ama yinede içimde ki bu , evde mongol, sevgilisine bağımlı, mutluluk kriterleri indirgenmiş insan ben değilim. çık dışarı şerefsiz diye höykürüyorum bu gece. noolur, bu gece çık içimden ve beni rahat bırak diye bağırıyorum bütün ezikliğim ve sinmişliğimle....

25 Temmuz 2010 Pazar

Yaz dizileri ile birlikte yine ergen sorunsalımız da arttı!!!

Aylardır televizyon seyretmeyen bir insan olarak eve geldiğim günden beri televizyon karşısında uyumaya başladım yine. Yazın gelmesiyle birlikte ekranlardaki dizilerde değişmeye başlamış -ki çok geç farkettim. Kanal D'de bir diziye denk geldim. Küçük kadıncıkları ve Aşk-ı Memnu'yu aratmayacak derecede sansasyonel bir hikayesi var. Hikayeyi tam izlemeden hemen Gossip Girl'in çakması olduğunu anlamak zor olmadı. Ortalaması 17-18 yaşlarında olan bu liseli abla ve abilerimizin, dehşetengiz entrikalı yaşamları, paraya "bok" dedikleri ailelerinin varlıkları ve nüfuzlarıyla sosyetenin daha çocuk denecek yaşlarda gözde isimleri haline gelmiş hayatları anlatılıyor. İstanbul Erkek Lisesinde çekilen dizide, kızların formaları, yapılı saçları ve vamp kırmızısı rujları erkeklerin kravatları, iddaları!, okulun bahçesindeki lüks ötesi arabaları insanın gözüne gözüne sokuluyor. Ailelerin yaptıkları en iyi şey çocuklarını para ve gösterişle, onlara sundukları imkanlarla mutlu ettiklerini sanmaları. Hayatları kolay gibi görünsede, ergenlik döneminin çok çok ötesinde 30 yaş üstü yetişkinlerin yaşadıkları olaylara hakimler.
Birçok şeyi kendi içerisinde daha aşamamış bir ülkede NewYork açılımlı bir diziyi bizim gençlerimizin ve ebeveynlerinin sindirebilmesi çok zor. Zaten kişilik bulma olayını çok zor tamamlayabilen ergenlerimiz, bu dizileri izledikçe ne hale gelecek allah bilir!
Şimdi "bu hayatları yaşayanlar yok mu?" Olmaz olur mu? Hemde nasıll!! Bizzat yaptığım işlerin sebebiyle fazlasıyla girdiğim zamanlar oldu bu hayatların içine. Yaptığım organizasyonlar arasında tekne de doğum günü ve mezuniyet partileri çok oldu bu yaşları kapsayan zengin ve sosyetenin ünlü ailelerin çocuklarıyla. Bunların içinde aynı dizide olduğu gibi cemiyetin ünlü simalarından çok ergene rastladım. Zaten en çok kafa yorduğum kısımda hep bu olmuştur. O 17 18 yaşlarındaki kızların giydikleri elbiselerle yapılı saçları ve makyajları, halleri tavırlarıyla nasıl bir anda 30 yaşına erdiklerini anlayamadım gitti. Yani dizilerde cast yapımında neden bu yaşlara uygun oyuncular seçilmiyor diye düşünmenin bi anlamı yok. Kaldı ki bu dizide de anlatılmak istenenin bu olduğu kesin. Ama bizim insanlarımızın ve ergenlerimizin ne anlayacağını kendilerine nasıl bir pay çıkaracağınıda merak ediyorum doğrusu.
Filmin özetini bir kaç sahnede verebilmem mümkün, şöyleki;
Simsiyah saçları, mankenlere taş çıkaracak bir fiziği ferhunde ve bihteri halt edecek entrika zekası ve o kırmızı rujuyla, sadece hırsları uğruna eldetmek istediği erkekle okul çıkışı bi suitte yatan, sonra o erkeğin, gece gelen telefonla, aslında başka bir erkekle fink atan (ki bunların hepsi aynı okulun çocukları) kızın yanına giden, ertesi gün gece clubune girer gibi her zmaanki kılıklarında okula el ele gelen altlarında son model arabaları kullandıkları sınırsız paraları, yakışıklılıkları ve karızmalarıyla ekranlarımızda boy göstermeleri ve üzerimizde bırakacak etkilerini çok yakında hep birlikte göreceğiz.
Düşündümde Lan, kavak yelleri çizgifilm gibi kaldı bunların yanında :) hani tetem bize biz tetemlere.... durumu vardıya burdada "sevgilim beni terk ederse arkadaşımınkiyle çıkarım onunlada ayrılırsam onun arkadaşıyla çıkarım olmadı eski sevgilime geri dönerim bunalıma girer hepsiyle de yatarım baktım olmuyo bi kaç bölümlüğüne ölür ekşın yaparım sonra geri dönerim. nasıl olsa kankam yeni sevgililer yapar bu arada yine beraber otlanırız" teması üzerine kurulan bir gençlik dizisiydi:) Allah beterinden saklasın ergenlerimizi ne diyeyim...
90'ların çocukluğunu ve ergenliğini yaşamış biri olarak sanırım bizim gençlik dizilerimiz daha bi dişe gelir şeylerdi. Show TV de 1992 yıllarında yayınlanan "İlk Öpücük" vardı. orjinal adı Fransız yapımı olmasından dolayı sanırım premier basier dı. "Kriri aşkım" diye bi karakter vardı hatta :) ve onun hemen ardından yayınlanan Gençlik Rrüzgarları vardı Joanna, Helen, Christian, Cason.... tabi karakteri şu an karıştırıyor olabilmem kuvvetle muhtemel :)
Yani ben bu dizileri geri istiyorum arkadaşlar.... Cesur ve Güzel'in Yalan Rüzgarlarının bile şimdikerin yanında masum kaldığı dizilerimizi istiyorum.... Kendim için değil vala ki:) tamamen toplımsal ergen sorunsalımız açısından:)

Hayatın benden aldıklarını neresine soktuğuyla ilgilenmiyorum, yenileniyorum....

"Ne tuhaf, hayat sürekli yeniliyor herşeyi...." diye düşünüyordum. Yarım bıraktım kafamdan geçen alt yazıyı. Mutfağa gidip anneme bakmak istedim, mobidiğim biber haşlıyormuş, turşusunu yapacakmış. Sonra dolaptan bi armut alıp balkon masasına geçtim. Alt yazı olmaktan çıkmasını istediklerimi yazmak istedim...
Evet, Ne tuhaf, hayat sürekli yeniliyor herşeyi.... Bitmez dediğim ne çok şey bitti, gitmez dediklerim, olmaz yapamam dediklerim... Hep bittiler, hep gittiler, herşey değişti... Dayanamam sandığım ne çok şeye dayanabildim. Çocukluk arkadaşlarım, mahale okul arkadaşlarım, ailemden insanlar, büyükler, büyüyenler, çoktan büyüyüp göç edenler.... Sevgililerim, aşklarım.... Yarım kalanlarım, yarım kalan yanlarım.... Herşey kaygan bir zeminde geçip gitmiş ömrümden.... Kazandıklarımda oldu elbette, sevinçlerim, mutluluklarım dostlarım, düzgün bir ailem.... Demek istediğim geçmişe ağlanmak değil bunları yazarken .... Farkettim ki şu hayatta olmazlarım kalmamış artık. Herşey olabilir, herkes gidebilir, herşey yapılabilir... Tam tükendim dediğin anda bir mucize gelip beni bulabilir! Bütün aldatılmışlıkların üstüne yeniden aşık olunabilirmişim. Bir gün ve yine bir gün hep bu nakarat başa alabilirmiş....

Şimdi düşünüyorumda iyi ki başlamışım hep yeniden. Herşeye rağmen müteşekkirim bu hayata beni hep kendisiyle birlikte yenileyebildiği için. Her ne olursa olsun savrula savrula yıkıla yıkıla da olsa bir şekilde hep yeniden başlayabildiğim için. Bana sunduğu mucizeler için....
Annem, çocukluğundan, bir kaç sene öncesine  kadar delik br kalple yaşamış meğer. Geçtiğimiz yıllarda açık kalp ameliyatı olup kalbindeki delik kapatılmıştı. Ah o zamanlar. Annem ameliyattayken ve hastane süreci boyunca, "hayat sadece annem için olsun istemiştim. Benim herşeyimi alsın, işim gücüm sevdiğim ne varsa herşeyim alınsın hiç birşeyim olmasın sadece annem olsun iyileşsin yaşasın mutlu olsun" demiştim. Ameliyat sonrası doktor annem için benim tek çocuk olduğumu bilerek, "doğum yapmış olması bir mucize!, bu delikle hem doğum yapıp, hem bu yaşına kadar yaşamış olması bir mucize!" demişti. O gün inanmıştım mucizelere....
Ben annemin mucizesiydim. Ve yenilmek, yenilenememek bir lüksüm yoktu.İçimdeki mucize kız çocuğu bir gün Mucize bir adamı sevdi. Müjde gibi girdi hayatıma, bahar gibi... Mucize bir bebek gibi sevdi beni, mutlu etti. Ama ne yazıkki "artık anlıyorum" dediğim zamanda gelmişti. O geldiğiinde ben herşeyden vazgeçmiş, kalbimi kendime saklamaya karar vermiştim. Şimdi varlığında her an herşeyin bitebileciğine, herkesin bir gün gidebilme ihtimaline inanıyorum. Güçlüyüm demek değil bu, rüzgara yürümek, fırtınaya hazırlıklı çıkmak.... Üzerine üzerine gelen frenleri patlamış bir kamyona gülümsemek, hepsi bu....

Ben yazıya başlamadan az nce aradı, yarın ne zaman buluşacağımızla ilgili konuştuk. Birde gelirken bana giyilmiş bir giysisini getirmesini istedim. Kokusunu özlüyorum.... uyumadan her gece mutlaka arar, sesini duymadan uyuduğum geceler huzursuz geçiyor ki çok nadirdir bu. Uykudan bayılmak üzere bile olsa mutlaka "ben yatıyorum sevgilim" der ama illaki der. "İyi geceler sevgilim, iyigeceler Mucize'm..."Umarım bu defa masalım mutlu sonla biter....


Hala balkondayım, annemin gündüz yaptığı Alinazik'ten tırtıklamadan yatarsam gözüme uyku girmez... Atıştırıp ilaçlarımı alıp yatarım....

Öperim.

4 Temmuz 2010 Pazar

özet

vakumlanmış gibi bir hayat yaşıyorum. bir kavanozun içine sıkıştırılmış kurbağa gibiyim son iki aydır. evden ayrılalı neredeyse iki ay oluyor. zeyno'ya yerleştim haftada bir eve uğrarken, son olarak üç hafta sonra bu gün gelebildim annemle babamı görmeye. babam hergün telefonda dolaylı yollardan beni özlediğini söylemeye çalışıyor. o pek beceremesede ben anlıyorum. babam beni çok özlüyor.
bir organizasyon şirkeiyle çalışmaya başladım. gecem gündüzüm birbirine karışıyor. çalışmaktan geri kalan zamanlarımda sadece uyuyorum. eve geç geldiğim için sabah vakitlerine kadar zeyno ile günlük kritiklerimizi yapıp öğleden sonra işe gidiyorum. hergün neredeyse aynı tempoda geçiyor.
muzice ile sıkıntılarımız artmaya başladı. ilk günlerdeki heycanımızı kaybetmemiz çok uzun sürmedi. ilk zamanlar öncelikli işlerini erteleyip iki günde bir beni görmeye istanbul'a gelen adam, şimdi haftada bir istanbul'a işlerini halletmeye geliyor,önce toplantılarını görüşmelerini yapıyor, dönmeden bir iki saat önce de beni görüp gidiyor...
işleri olmasa kızına vakit ayırıyor, kızı yanında olmadığı zamanlarda da işleri oluyor. bende sağdan sönük bir yıldız gibi kayıp duran yıldız gibiyim... tüm bunların yanında beni ne kadar çok özlediğini söylesede, hayatında çokta önemli bir yere sahip olduğumu düşünmüyorum. gittiği yere kadar gider diyorum ve hayatıma devam ediyorum....

birde fotoğraf makinesi aldım kendime son kazandığım parayla. o kadar mutluyumki anlatamam. oyuncağını kaybedip yeniden bulmuş çocuklar gibiyim.

arayı çok açtığımın farkındayım ama durum vaziyet budur işte.

öperim.