Pages
9 Aralık 2008 Salı
bu deliye bu bayram, bayram değil...
bu bayram;
bayramlık alışveriş yapmadım
bayramlığım olmadı
kimseyle barışmadım
evde kurban kesilmedi
sevdiğim hiç kimseyi arayıp sormadım
ailem dışında kimseyle bayramlaşmadım
bu bayram bana bayram gelmedi
bu bayram'lık delilikten istifa ettim....
5 Aralık 2008 Cuma
Son Tango
Biraz alkol, biraz anı
Döküldü ortalığa…
Balkonda yalınayak seyrederken şehri
Omzumda piyano çalışların vardı
Ve ruhunun ritimleriyle dokunan parmakların
Geçmişten izler taşıyordu omzumdaki dokunuşların
Sordum.
Sustun
Sonra biz hep sustuk.
O gece son defa bakmıştın bana öyle,
Son defa sarılmıştın
Son defa koklamıştın
Son tango sona erdi.
Son.
2 Aralık 2008 Salı
neden büyüdüm baba ben?
büyümek ne kadarda zormuş...
bana büyüdüğümü farkettiren onca sebep arasında galiba en çok zoruma giden babamın değişen tavırları ve bana olan güvensizliği...,
ben küçükken babam "benim kızım büyüyünce başbakan olacak" derdi göğsünü kabarta kabarta. başbakan olabilmem mecazi anlamda "benim kızım okuyup büyük işler yapıcak, önemli görevlerde bulunacak, parmakla gösterilen insan olacak" demekti... aradan yıllar geçti... okul bitti. ben idealist bir gazeteci ruhuyla ordan oraya savurdum kendimi... ilkokula başlamadan önce 4 yaşlarımdayken rahmetli dedemin sayesinde okumayı yazmayı öğrenmiştim. 4 yaşındaydım. ev nüfusu kalabalıktı. babannem, dedem, küçük amcam ve küçük halamda bizimle birlikte yaşıyorlardı. kalabalık bir ailenin tek çocuğuydum. daha o yaşlarda eve giren her gazeteyi resimleriyle birlikte sayfa sayfa incelermişim. (kısmen hatırlıyorum) elinde gazete okuyan birini görünce hemen tepesine çıkıp, işaret parmağımla göstere göstere "orda ne yazıyor, burda ne diyor, bana bunu okusana, bana şunu anlatsana..." diye diye kimseye rahat vermezmişim. rahmetli dedem buna dayanamayıp bana kucak dolusu defter kalem taşıyıp, sağdan soldan öğretmen arkadaşlarından ilkokul fişleri bulup üşenmeden bana okumayı ve yazmayı öğretti.iki sene sonra birinci sınıfa başladığımda sular seller gibi kitaplar, gazeteler okurdum. eğitim hayatıma sınıf öğretmenimin asistanı olarak başlamıştım. "git kızım buna göster, git kızım buna hecelettir" diye diye daha o yıllarda üzerime sorumluluklar bir bir yüklenmeye başlamıştı. sonrasıda hep öyle devam etti... ve ben hayatımı gazete küpürleriyle geçirdim. gazeteci olmam bir seçim olmamıştı benim için... hikayemi bilen yakınlarımsa "gazeteci olmaz gazeteci doğulur" diye bıyık altından laf sokuştururlar bana bu yüzden. ama gel görki içimdeki meslek aşkı kadar güçlü ve büyük olmadı başarılarım... babam hep memuri bir hayatımın olmasını istemişti. vakitli gidip geldiğim bir mesai saatim, düzenli maaşım olsun aldığımı verdiğimi bileyim istemişti. bu hiç bana göre değildi. içimdeki "deliyi" öldürüp babamın istediği "akıllı" insan olamazdım. olmadımda. şimdi babam beni sallamıyor, ne iş yapıyorum kimlerle çalışıyorum ilgilenmiyor, iş görüşmelerimin sonucunu merak edip sormuyor bile... onun istediği akıllı insan olamadım ya, bana olan bütün güvenini bütün samimiyetini ve en kötüsü bütün dostluğunu kaybetti. ve malesefki artık bende öyleyim... babam akıllı küçük kızını bende kahramanımı kaybettim... daha önce yaptığım gibi sanırım bana yine, yollar, başka yerler, başka evler gözüküyor... bu kaçınılmaz ayrılığa karşı koyacak gücüm yok artık...
neden büyüdüm baba ben, işsiz idealist bir gazeteci olmak için mi? yoksa varlığında seni kaybetmek için mi?
hayal kırıklıklarım....-II-
malesef hayal kırıklığıyla geçen bir iş görüşmesi yaşadım a dostlar...
sabah arayıp adresi aldım saat 1'e randevu verdiler. izbe bir iş hanında küçük bir odada internet üzerinden habercilik yapan biri patron ikisi süs bitkisi kıvamında olmak üzere üçtane embesil...
kapıdan içeri adım atar atmaz "pardon yanlış geldim" deyip çıkasım vardı ki yemedi. dört gözle bekleniyormuşum hemen ismimi söylediler. tanıştık falan. adamın geçmişte pisişik işleri olduğu kesin. e.ge.kon davasından içeri alışmışlığı bile var-mış. bide bunları çok matah bir şeymiş gibi anlatması varki delirdim resmen. durmadan atıp tuttu. sağından girdi solundan çıktı. israil bilmem ne bakanı amcasıymış hatta bla bla bla... gazetecelik hakkında da bir sürü ahkam kesti haspam... neyse çay verdiler içmedim. daha doğrusu ne içip içmek istemediğimi bile sormadılar. plastik bardakta çay ve yanında bildiğimiz kesme şeker kutusunda sehpanın üzerine bıraktı embesil kızlardan biri. öyle böyle derken düşünmek istediğimi söyleyip çıktım ordan. saçma sapan bişeydi yani, tamamen fiyaskoyla sonuçlanmış bir iş görüşmesiydi anlayacağınız.
sonra kankam fiko'yu aradım, ofisteymiş. onun yanına gittim, birlikte yemek yedik lafladık biraz. sonrada eve geldim. harun iki defa aradı bu gün iş görüşmemi merak etmiş. anlattım olanları. herkesin söylediği şey aynı; "sendeki de ne şans be kızım ayağın kaysa mezara düşersin" evet anca bu kadar talihsiz olabilir bi insan. başvuru yaptığım diğer işlerden cevap geldiğinde aynı hevesle gideceğimi hiç sanmıyorum. hep aynı hayal kırıklıkları. boşu boşuna ümütlenip heycanlanıyorum bide daha yolda giderken alacağım maaşa göre aylık borç ödeme ve alışveriş planlarımı bile yapıyorum. neyine gerek be deli görüyorsun işte bu kaçıncı yada daha kaç fiyasko bekliyorsun ki. leventte aramıyor zaten. en son geçtiğimiz pazar günü için kahvaltı planı yapmıştık. cumartesi ben seni ararım haberleşiriz demişti. aramadı. benimde aramaya hiç niyetim yok. ne hali varsa görsün. umrumda bile değil. yine can sıkıcı bir yazıyla bu akşamı geçirdim. uzun bir süre de güzel haberler verebileceğimi sanmıyorum.....:(
Şok.. Şok... iş başvuruma cevap geldi:))
sanırım bazen çok nankör olabiliyorum...
bu sabah başvurduğum bir yayın kuruluşundan cevap geldi. cv mi değelendirmişler ve görüşmek istiyorlar:)))))))) hiç umudum yoktu oysa, bu krizde beni kim işe alır diyordum. millet çalışanlarını çıkarırken iş başvurusu yapmak olumlu bi cevap beklemek ütopik bir hayaldi benim için ama sanırım şansım dönüyor..
yarın arayıp görüşmeye gidicem...
umarım olumlu sonuçlanır... Delirapunzel dualarınızı bekliyor...
bu sabah başvurduğum bir yayın kuruluşundan cevap geldi. cv mi değelendirmişler ve görüşmek istiyorlar:)))))))) hiç umudum yoktu oysa, bu krizde beni kim işe alır diyordum. millet çalışanlarını çıkarırken iş başvurusu yapmak olumlu bi cevap beklemek ütopik bir hayaldi benim için ama sanırım şansım dönüyor..
yarın arayıp görüşmeye gidicem...
umarım olumlu sonuçlanır... Delirapunzel dualarınızı bekliyor...
1 Aralık 2008 Pazartesi
kötü bir gün
sabah sabah babamla kapıştım.
bi an önce iş bulmam lazım.
yoksa evde keçileri kaçırıcam.
bir sürü yere cv mi yolladım. abuk sabuk yerel dergi ve gazetelere başvuru yaptım hatta mesleğimle ilgisi olmayan bi kaç yere daha yolladım cvmi. bi haber çıkacağını sanmıyorum, nasılsa herşey ters gidiyor, bi mucize gelipte beni bulacak değil ya a.q
lanet olsun bu gün ters giden herşeye.
cok canım sıkkın. bi duş alıp dışarı çıkıcam.
arkadaşımın kıskanç sevgilisi!!!
sıkıcı bile olamaycak kadar manyak bir pazar günü geçirdim. sabah kahvltısından sonra nasıl çakılıp kaldıysam koltuğa bütün bir günü orda bitirdim. tek yaptığım şey durmadan bişeyler yemek oldu.
bi kaç paket cips, bir kaç adet gofret, çikolata, kocaman bir tas bol tuzlu patlamış mısır, portakal, mandalina, çekirdek, sandviçler içecek olarakta bol su, çay neskafe ve sıck çikolata.... bide akşam yemeği tabi...
mide fesadı geçirmeyeyim allahım lüffenn:((
bütüngün internet başındaydım. annem depresyonda olduğumu fakat bunun tedavisinin abur cubur olmadığını söylüyor. -üzgünüm anne aptal doktorlarla ve onların vereceği gereksiz ilaçlarla uğraşamamm!! ben abur cuburlarımla mutluyum!!!
msnde bissürü aptal şapşal geyikler yaptım milletle. haa bu arda dün bi arkadaşımın sevgilisi beni msnden kekledi. gerizekalı kıskanç hatun tuzağına düştüm. yazıyı ynen aktarıyorum;
(15:17) ﻬ [x arkadaşım: size bir titreşim gönderdi.
(15:17) - Deli Rapunzel: burdayım
(15:17) ﻬ [[x arkadaşım: nbr
(15:18) - Deli Rapunzel: iyidir senden nbr;)
(15:18) ﻬ [x arkadaşım: iidr benden de
(15:18) - Deli Rapunzel: fotoğraf konuşuyo yine:)
(15:18) ﻬ [x arkadaşım: çok güzel dimi :)
(15:19) - Deli Rapunzel: evet:)
(15:19) - Deli Rapunzel: acaip romantik duruyo burdan bakınca:)
(15:19) ﻬ [x arkadaşım: çok teşekkürler :)
(15:20) - Deli Rapunzel: rica ettim;)
bu konuşmadakinin x arkadaşım olmadığını akşam öğrendim. facebooktan msj atmış "msnden engelledinmi beni göremiyorum" dedi. yok dedim niye engellim seni delimisin nesin? önce biraz düşündü. sonra "dün biz seninle yazıştık mı?" dedi. baktım kayıtlara yazışmışız. sonra tekrar ekledi beni. meğer benimle konuşan sevgilisi olacak o kıskanç hatunmuş!!! adi karı yazdıktan sonrda engelleyip silmiş!!!!
be hey utanmaz karı, (yazışmada geçen fotoğrafta bu iki sevgilinin çok güzel fotoğrafından ibaret.)yelloz seni ben arkadşıma gayet memnun bir şekilde fotoğrafta ne kadr romantik olduğunuzdan bahsediyorum, sende bana teşekkür ediyorsun, hal böyleyken ne demeye beni silip engelliyosun allahın amelesi. nooldu anlaşılmayacakmı sandın? hiç mi yüzyüze gelmicez seninle? bak ben sana neler edecem o zaman seyret sen.
abi uyuz oldum ya. hatun fotoğrafımıda görünce pencerede kesin beni potansiyel falan sandı heralde. mal!!! bide böyle tipler vardır. tamam bende kıskancımdır ama bunun bi mantığı yada kıskançlığa dayandıracak bir sebebin olması lazım ( çok güzel olmam bunu için bir sebep olabilir tabi o ayrı konu:))) off aşıkım kendime ya:)))neyse şaka bi yana hakkaten sinirlendim!! bu arada son sigaramı yaktım şimdi. benimki biteli çok oldu en son iki tane babamdan aşırmıştım oda bitmek üzere. sigaram bitince oturamayıp direk uyuyan bi psikolojim var. o yüzden bu sıkıcı pazar yazısını kısa tututucam.
30 Kasım 2008 Pazar
Daha kaç sıfır yenik başlar ki bir insan hayata?
kafam güzel, bi dünya içmişim, harunla fenerbahçe beşiktaş maçını izledik galatada, yine bana çok fena yenildi. 5-3 ve 4-0 tavla yenilgisinden sonra birde bjk nin fenerbahçeye yenilmesi harun için bir yıkım olmuştu:) sonra canlı müziğe takıldık epey bi, mekanda iki masadan biri biz olduğumuz için bütün istek parçlar bizimdi...
çok içtik çoook.
sonra galatdan çıktık aptal şapşal gülüşüp 8 çizdiğimiz köprü yolunda bir sürü flu fotoğraf çekmişiz:)) köprünün üstüne çıkıp taksiye bindik, harun hızını alamayarak galatasraylı olan taksi şöförüne başladı hakeme sövmeye, bir yandanda bana çatmaya devam etti. yok efendim 10 kişi kalmışlar sahada, yok hakem 2 gole ofsayt vermiş yok hakemde bizdenmiş 12 kişi oynamışız maçı fln filan:))) benim keyfime değcek yok. havam 1500:)) şöförse bize gülmekten arabayı kullanamaz durumda:)) harun benden daha çok içtiği için onun yolu bulabilmesine pek imkan yoktu. önce ben onu eve bıraktım. sonrada galtasarylı şöför amcayla yolumuza devam ettik, derken şöför amca, muhabbetimize bayıldığını, farklı takımları tutan iki sevgilinin!!! birlikte maç izleyipte bu kadar eğlenebilmesinin ne kadar güzel olduğunu anlatmaya başladı!!!!
"hooooop" dedim!!! "o benim eski okul arkadaşım biz sevgili değiliz" dedim, aynadan bana bakan muzip gülümsemesiyle "sevgili olmadığınızı farkettim zaten, sana başka türlü bakıyordu çocuk, farklı bir tebessümle bakıyordu gözlerinin içine, bence sende onu sev, sevilecek biri o, sevgi-li olun" dedi. evin önüne geldik. taksimetredeki rakamları zar zor seçip parayı uzattım şöför amcaya. "iyi akşamlar galtasaraylı şöför amca" dedim. ikimizde güldük. apartmanın önüne geldiğimde bir süre düşündüm. görmezden gelmeye çalıştıklarım yolumu kesmişti. harunun savunmasızca gözlerime bıraktığı tebessümlerin bir anlamı vardı evet, ben ne kadar görmezden gelmeye çalışsamda olmuyordu. maçı izlerken ben gözlerimi dikmiş pür dikkat alexten ronldodan gelecek golleri beklerken, onun kafasını çeviripte dakikalarca beni izlediğini maç bitipte şarkılarla içkilerimizi içerken her şarkıyı bana armağan eden sözlerini, zil zurna sarhoş olupta birtürlü masadan kalkmak istemeyişini, uyuz olduğu sarı lacivert fenerbahçe atkımı her fırsatta kendine doğru çekiştirmesini anlamamzlıktan gelerek çok mu aptalı oynadım? ama hayır olamaz, olmamalı.
o yaralı ve yorgun bir savaşçı. hayata yeniden tutunabilmesi için onun yanında olarak hatamı ettim? hayatının en zayıf döneminde karşısına çıkan can yeleği olamam ben onun. zaman böyle istememişti çünkü...
harun çok erken bir evlilik yapmıştı. karısını çok sevmişti. daha on aylık evliydiler ve karısı 5.5 haftalık hamileydi. bir sabah aniden olduğu yere yıkılıyor dünyalar güzeli karısı. sonra haberi geliyor, o dünyalar güzeli kadın bitkisel hayatta. farkedilmemiş ve gecikilmiş bir beyin tümörü herşeyi bir anda alt üst etmişti. on gün bitkisel hayatta kalan karısı bebeğiyle birlikte dünyaya gözünü yumdu. bunlar olup bittikten 1 yıl sonra karşılaşıyoruz okuldan sonra ilk defa. anlattığında inanmak istememiştim kahroldum. harun'da dünyadan elini eteğini çekmiş yüzü kaşık kadar kalmış, konuşmayan ve gülmeyen bir adam olmuş, okulda taktığı gözlüklerin yerini lensler almıştı, ama onun yerine gözlerine bıraktığı puslu acı asılı kalmıştı. hayat onu yormuştu. çok belliydi. kafasını dağıtması ve biraz olsun hayata dönebilmesi için daha önceden de görüştüğümüz okul grubumuzun bütün aktivitelerine onuda katmıştık ve artık yaptığımız çeşitli mangal fasıl bowling konser etkinliklerimize hepberaber devam ediyorduk. arada bir iş çıkışı "hadi bi kahve içelim" li sohbetlerimiz ikili devam etmeye başladı. bu sürede harun'un hayatındaki durağanlık ve yalnızlığın keder perdesi biraz olsun hafiflemişti... derken bu günlere geldik.. ve o galatasaraylı taksici amca bana bunları söyledi; "sevgili olmadığınızı farkettim, sana başka türlü bakıyordu çocuk, farklı bir tebessümle bakıyordu gözlerinin içine, bence sende onu sev, sevilecek biri o, sevgi-li olun"
olamayız ama....
28 Kasım 2008 Cuma
Bir garip kış var İstanbul’da...
Bir garip kış var İstanbul’da...
Bir tuhaf hüzündür bu
Hüznün adı yalnızlık...
Caddeler alabildiğine dolu,
Vitrinlerde ağlayan urbalar,
Duvarlarda yazılmamış isyanlar,
Yazılanlarsa yağmura, ve belediye işçilerine inat...
Bir garip kış var İstanbul’da...
Galata köprüsü en az benim kadar yorgun.
Kadıköy’e rest çektim,
İçim yanıyor bu kış...
Alış diyor yüreğim, alış...!!
__________________________________
sene 2006 Mart..
özet..
sancılarım hala geçmedi, kabızlığın haricinde yumurtalıklarımdan ve böbreklerimden ağrılar yükselmeye devam ediyor.
annem durmadan sıcak su torbası ile evin içinde peşimde dolanıyor.
cumartesi günü papatya ile doktora gidip bi kadın hastalıkları uzmanına görünmeyi düşünüyorum.
dün gece laptopum bozuldu. çalışmadı. bende keçileri kaçırıp içini açtım. 8748754689 tane vida söktükten sonra bütün mekanizmayı ortadan ikiye ayırıyordum neredeyse. zor bela kapatıp 8748754689 tane vidayı geri taktığımda çalıştı. hala dumurum. bu konuda uzman bi arkadaşıma telefonda durumu anlatıığımda söylediği şey "delisin sen, zırmanyaksın sakın bana gelme, mümkünse görüşmeyelim" dedi. sanırım haklı :)
bu gün öğlende pia gelip beni evden aldı. eski çalıştığım dergiye gittim arkadaşlarımı görmeye. kellenin türk kahvesi mükemmeldi herzamanki gibi.
akşam eski okuldan arkadaşım harunla buluştuk. önce sultanahmette nargile içmeye gittik. yine tavla oynadık ve yine her zamanki gibi yendim. sonuç : 4-0 (5'i yüreği kaldıramadı oyunu bıraktı:)) sonrada haruna mekan dar geldiği için türk kahvemizi balatta içtik. hafta sonu birlikte dvd izleme programı yaptık. harun'un dramatik bi hayat hikayesi var bunu daha sonra yazmayı düşünüyorum...
şu an evdeyim, ayağımda sıcak su torbası, kucağımda laptop özet geçiyorum...
yarın için hiç bir fikrim yok muhtemelen iki yıldır izlemek istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım bir kaç film izlicem.
annem durmadan sıcak su torbası ile evin içinde peşimde dolanıyor.
cumartesi günü papatya ile doktora gidip bi kadın hastalıkları uzmanına görünmeyi düşünüyorum.
dün gece laptopum bozuldu. çalışmadı. bende keçileri kaçırıp içini açtım. 8748754689 tane vida söktükten sonra bütün mekanizmayı ortadan ikiye ayırıyordum neredeyse. zor bela kapatıp 8748754689 tane vidayı geri taktığımda çalıştı. hala dumurum. bu konuda uzman bi arkadaşıma telefonda durumu anlatıığımda söylediği şey "delisin sen, zırmanyaksın sakın bana gelme, mümkünse görüşmeyelim" dedi. sanırım haklı :)
bu gün öğlende pia gelip beni evden aldı. eski çalıştığım dergiye gittim arkadaşlarımı görmeye. kellenin türk kahvesi mükemmeldi herzamanki gibi.
akşam eski okuldan arkadaşım harunla buluştuk. önce sultanahmette nargile içmeye gittik. yine tavla oynadık ve yine her zamanki gibi yendim. sonuç : 4-0 (5'i yüreği kaldıramadı oyunu bıraktı:)) sonrada haruna mekan dar geldiği için türk kahvemizi balatta içtik. hafta sonu birlikte dvd izleme programı yaptık. harun'un dramatik bi hayat hikayesi var bunu daha sonra yazmayı düşünüyorum...
şu an evdeyim, ayağımda sıcak su torbası, kucağımda laptop özet geçiyorum...
yarın için hiç bir fikrim yok muhtemelen iki yıldır izlemek istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım bir kaç film izlicem.
25 Kasım 2008 Salı
şimdi ortalık tozduman!!
delirdim triplere girdim, temizlik yapıyorum. ama öyle bildiğiniz temizliklerden değil. facebook listem, msn listem ve hayatımda temizlik yapıyorum. gerekli gereksiz ne kadar insan doldurmuşum hayatıma meğer. birden ne olduysa oldu dank etti bişey ve tozuttum. bu kadar insana hiç gerek yok hatta bazılarına hiçç!!!
Seni seviyorum, hala bazen...
Seni seviyorum hala bazen; evlat gibi, yol arkadaşım gibi, eski bir dost gibi... Biliyorum, bu yeterli değil. Sandığımız kadar sihirli değilmiş sevgi... O kadar uzun değilmiş kolları; bizi saracak, bir arada tutacak kadar değil...
Buralarda herkes kazanır, ya da kaybeder. Kural bu, terazinin bir kefesi inerken diğeri yerinde kalamaz. Bana sahipsin, ya da değil... Ortası yok bunun, ya yukarı, ya aşağı...
Üzerimden bulutlar, bulutlar geçti; gözlerimden yağmurlar aktılar üstüne üstüne... Kapkara günlerdi. Öldürmedi. Güçlenmekten başka ihtimal yoktu önümde.
Beni sevdin. Herkesten çok düşünen beni sendin. Sadece iyiliğimi isterdin. Öyle dedin. Öyle olsun. Duvarlarım vardı. Çevreledim kendimi. Seni yalnız bıraktım. Kendimi yalnız bıraktım. Öyle dedin. Öyle olsun.
Akşam olunca tüm gölgeler kalkardı. Karanlığın içindeyken karanlıktan korkulamazdı. Sen yanımdayken her şey çok kolaydı. Yanımdayken. Bir o kadar da yalnız. Yanımda ve tek başına...
Zaman geçti yanyana. Çok uzak durduk. Bir evde iki ayrı dünya kurduk. Sustuk. Kalplerimizi söylenmemiş sözlerle doldurduk. Ve bir anda-küçücük bir zaman diliminde-koptu pamuk ipliği...
Bir akşamın kalbinde bıraktım seni. Koyu, zifiri bir akşamdı. Dönüp arkama bakmadım, terkederken seni gözlerimde yaşlarla...
Ve sen bunu görmedin.
Ve hiç bilmeyeceksin. Seni seviyorum hala bazen. Hayal meyal... Uyandığımda anımsayamadığım güzel bir rüya gibi...
Biliyorum bu yeterli değil. Hiç değil.
20 Kasım 2008 Perşembe
hayal kırıklıklarım....
neresinden başlayacağımı bilemiyorum aslında, işten ayrıldım. o gerizekalı makyaj budalası iki hatunla fena halde kapıştım!!! hiçbirşey göründüğü gibi olmadığı için herkes gerçek yüzünü bi süre sonra göstermeye başladığında bende kayış koptu. salı günü yaptığımız tartışmanın ardından çarşamba sabahı şirkete gidip eşyalarımı toplayıp, benim üzerimde olan şirket ıvırzıvırlarını bırakıp çıktım. hiç bir şey söylemedim. telefonlarına cevap vermedim. ben çıktığımda onlar henüz gelmemişti. eşyalarımı aldığım gibi eski çalıştığım dergide aldım soluğu. tahir bey beni daha önce tekrar işe geri dönmem için çağırmıştı ama buraya başladığım için oraya dönememiştim. ilk aklıma gelen o oldu tabi. eğer hala şansım varsa ve teklifleri geçerliyse işimi geri isteyecektim onlardan. dergiye gittiğimde bütün arkadaşlar beni kapıda karşıladı. oranın demir başı dudi hanım bile çok sevindi. tahir bey beni işe hertürlü geri istiyordu ama son sez patron rıfat beyindi. dudi abla ve bütün personel işe tekrar kabul edileceğimden o kadar emindilerki herkes beni tekrar oranın çalışanıymışım gibi ağırladı. onların desteğiyle bende çok emindim. tabiki en büyük destek genel müdür tahir bey'den geldiği için kendimi çok hazırlamıştım olumlu bi cevaba. sonra rıfat bey geldi. odasına geçtim. hal hatır konuşmalarından sonra konuya girdik. beni işten çıkarmasının sebebinin o gerizekalı halkla ilişkiler müdürünün gazı olduğunu ve benim çalışmalarımı beğendiğini itiraf etti. bende ona o beyinsizle yaptığımız kavgaların iç yüzünü anlattım. sonrada iki elimi ter içinde ovuşturarak, "..yani rıfat bey, işin özü sizden bütün yüssüzlüğümle işimi geri istiyorum" dedim. kendimden eminim ya, bana ihtiyaçlarını ve işimi takdir ettiklerini bilmenin verdiği gazla hafif bir muziplik ve aynı zamanda mahçuplukla bu cümle çıktı dilimden...
ama benden sonra onun konuşması tam bi fiyaskoydu. beni işe almamasına ihtimal bile vermezken, "evet ama sebep herneolursa olsun, çıkarmış olduğum bir elemanı tekrar geri almam prensiplerime ters düşer, bu yüzden sana işini geri veremeyeceğim" dedi..
o anda gözlerim bütün havuz problemlerine inat şiddetle dolu verdi. boncuk boncuk dökülmeye başladı. öyle bir hale düşmüştümki hem işimi istiyor hemde ağlıyordum. çaldığım kapının yüzüme kapanmasını bırak oracıkta çaresizce gözlerimden akan yaşlara lanet ettim. yutkuna yutkuna "ağladığıma bakmayın, sadece sinirlerim bozuldu teşekkür ederim" deyip çıktım odasından, bütün dergi personeli nefeslerini tutmuş beni bekliyordu. ağlaya ağlaya odadan çıkışımı gördüklerinde hepsi etrafıma toplandı. sigara odasına geçip uzun konuştuk. herkes çok şaşırdı. onlara göre kesin geri alınacaktım çünkü. herkesin söylediği hep aynıydı, "bu dergide en çok çalışan ve işini en iyi yapan sendin, haberlerin röportajların fotoğrafların.... şu an eleman sıkıntısı varken sana çok ihtiyaç var" diyorlardı. onlarda hayal kırıklığına uğradılar. benim gibi...
iş hayatımdaki son geliş-eme-meler bunlar. şimdi ne yapacağım bilmiyorum.
bu arada leventle yeniden görüşmeye başladık. onunla ilgilide bu akşam yazıcam uzun uzun....
3 Kasım 2008 Pazartesi
duş alıcam, kırmızı oje sürücem, saçlarıma düzleştirici ile fön çekip sonra maşa ile havalı bukleler yapıcam:) kıyafetlerimi seçip hazırlamalıyım yarın çok kokoş olmam lazım çooook :))
İyi ki varsınız dostlarım
gelişmeleri aktaracağımı söylemiştim ya hemen aktarıyorum efenim:))
benim güzel kankalarım kolları sıvamışlar bana deli gibi iş bulmaya çalışıyorlar. ayrıldığım dergideki arkadaşlrımın beni geri döndürmek için çabaları, sabahın köründe telefonlara sarılmaları... papatyamın daha yeni başladığı iş yerinde bana iş görüşmesi ayarlaması, -ki bu haberi bana cuma günü vermişti, sevinçle beni arayıp işyerinde bana göre bir pozisyon olduğunu ve pazartesi mutlaka bi görüşme ayarlayacağını söylemişti-.
vee şimdide benim vefalı dostum kardeşim fiko'm bir haftadır bana bulduğu işlerin haddi hesabı yok. bi kısmına uygun olamadık, yada onlar bana uymadı ama yılmadı. az önce aradı. sektörde çok ünlü ajanslardan birinde bana bir görüşme ayarlamış. -gidermiyiz görüşmeye?, ben konuştum, bekliyorlar.. dedi.
canlarım benimm yaa, nasılda çırpınıyorlar benim için...
yıllardır beni hiç yanıltmadılar. savunduğum dostluk tezimi çürütmediler... ailemde, iş yaşantımda ve ilişkilerimde hep onlarla gurur duydum... herkese anlattım dostlarımı. ve herkes bilir aramızda nasıl bir güzellik olduğunu. beni ben yapan, insan yapan böyle dostlara sahibim ya... iş bulmuşum bulmamışım hiç bi önemi yok...
iyi günlerimiz ve kötü günlerimiz hiç bitmesin dostlarım
hiç..
bitmesin... seviyorum sizi...
den den günler..
gece 4 gibi uyumuşum. sabah eski koordinatörüm tahir beyin telefonuyla uyandım. halimi hatırımı sormak için aramış, nasıl mutlu oldum anlatamam. yıllardır belkide ilk defa bir amirim işten ayrıldıktan sonra beni merak edip aramış nasıl duygulanmam. tahir bey beni çok severdi. o amele halkla ilişkiler müdürünün isteği üzerine patron tarafından işten çıkarılmama iş arkadaşlrım haricinde en çok üzülenlerden biride oydu. bana çok güvenir ve her sözüme itibar ederdi. beni hep desteklerdi. deliliklerim, sivri dilim onu hiç rahatsız etmez her sabah halimi hatrımı sorardı. kibar efendi ve babacan bi adamdı. dergideki sıkıntıları halladip (bu sıkıntı o amele oluyor sanırsam) beni tekrar işimin başında görmek istediğini söyledi. bu isteği geri çevirilemez bi insan olduğu için ona asla hayır diyemezdim. "benden haber bekle" dedi. tahir beyin telefonundan sonra esso aradı. -eğer sen dergiye dönersen bende buradan ayrılma kararımdan vaz geçicem, bügü'de (editörüm) seni çok özledi, herkes dönmeni istiyor" dedi. sabah sabah ikinci kez yaşadığım duygusal depreşmeden sonra kendimi çok iyi hissettim. annem kahvaltıyı hazırladı, güzel bi kahvaltı yaptım. papatya'dan iişle ilgili bi haber yok henüz ama sabah aldığım güzel telefonlar bu konuda moralimi bozamıyor:))
ne zamandır yapmadığım bişey yaptım, odamı topladım. sonrada televizyonda aptal kadın programlarını izledim.
biraz da müzik dinlemeliyim sanırım... bu aralar çokça gıdasız kaldım.
önümüzdeki bi kaç gün daha evden dışarı çıkmaya niyetim yok gibi.
ne zamandır yapmadığım bişey yaptım, odamı topladım. sonrada televizyonda aptal kadın programlarını izledim.
biraz da müzik dinlemeliyim sanırım... bu aralar çokça gıdasız kaldım.
önümüzdeki bi kaç gün daha evden dışarı çıkmaya niyetim yok gibi.
3 Ekim 2008 Cuma
jkfdjkflksdfj
tam herşey düzelecek derken yeniden başlıyor kısır döngülerimde girdap dönmeye...
bana yaşattığın içi yalnızlık dolu bir aşk,
seni özlemek hiç bişeye yetmez ve hiç bir şeyi değiştirmezken saplanıp kaldım orta yerde. korkularım var. ama cesurum, seni kaybetmeye hazırım belkide ben öyle sanıyorum bilmiyorum. oysa bir telefonunla değişebilir her şey. seni aramamak için bütün gün kendimle boğuşuyorum, arkadaşlara tembihliyorum defalarca seni aramama engel olsunlar diye, başarıyorlar da sağolsunlar. onlar yokken de bu mücadeleyi sürekli erteleyerek veriyorum. "eve gidince, yemekten sonra, bi duş alayım çıkınca ararım, çay suyu koyayım, ilaçlarımı alayım..." vs vs diye diye erteliyorum sen krizlerimi.
ertelemek zorundayım, düşmemeliyim bu platonik aşkın tuzağına....
iş yerinde hiç bir şey yapmadım bu gün. kızlarla yaptığımız geyikleri saymazsak. akşam iş çıkışı beronun takıldıığı bara gittik, esko ile pek tarzımız olmasada birer bira içip çıkarız dedik. önce hayri ustaya gidip kavurma dürüm yedik, bero ille ben ısmarlicam diye tutturdu ordandan da bara gittik, rock bar lardan oldum olası nefret etmişimdir ama allahtan yanımda bana bu nefret duygusuna eşlik edecek esko vardı.
bu gün eve erken gitmek istemedim, kardeşimi yolcu edemedim. dün bütüngün birlikteydik, hiç ayrılmayacakmışız gibi eğlendik, ayrılıktan söz etmedik, paranoyak bi şekilde vedalaşmamak için anlaştık. eğer vedalaşsaydık gittiğini kabul etmiş ve dayanılmaz acılar çekicektim yokluğuna alışana kadar, ama şimdi gittiğini görmedim, "hoşçakal abla" demedi bana, bende arkasından el sallamadım, gitmedi yani "kendimce". o hep burda. sadece benim işlerimin yoğunluğundan, onun derslerinden dolayı görüşemiyoruz!! buna inanmak ikimiz içinde en kolay olanıydı. herkes gitmiş yolcu etmeye, bir ben yoktum iyikide yoktum çünkü meleğim hep burda yanımda sadece odasına kapanmış ders çalışıyor. onlar hayal gördüler aslında, eğlendiler "kendilerince".
velhasıl bende kızlarla oyalandım biraz, bi bira iyi geldi. eskoyla istiklali yürüdük sonra, konuşa konuşa, ona bir kaç ay önce kaybettiğim bebeğimi ve levent le olan ilişkimizi anlattım, biraz hüzün biraz kahkaha çıktık taksime.
sabah sıkıldıkça okuduğum depresif kitaplardan birini çantama atmıştım, yolda onu okudum bi kaç sayfa. evin karanlık sokağına doğru yürüyüp, karanlıkta kaybolup evime girdim.
levent ten hala ses yok. gözüm telefonda, artık ararsa sürpriz olucak düşüncesindeyim neredeyse.
aslında aklımdan "küsmüyüz?" diye bir mesaj yazmak geçiyor ama kendimi engelliyorum. en azından yarını beklemeliyim belkide, ama o aramadıktan sonra yarınlar, sabahlar bitmezki a.q
neyse bi duş alıp uyumak en iyisi....
bana yaşattığın içi yalnızlık dolu bir aşk,
seni özlemek hiç bişeye yetmez ve hiç bir şeyi değiştirmezken saplanıp kaldım orta yerde. korkularım var. ama cesurum, seni kaybetmeye hazırım belkide ben öyle sanıyorum bilmiyorum. oysa bir telefonunla değişebilir her şey. seni aramamak için bütün gün kendimle boğuşuyorum, arkadaşlara tembihliyorum defalarca seni aramama engel olsunlar diye, başarıyorlar da sağolsunlar. onlar yokken de bu mücadeleyi sürekli erteleyerek veriyorum. "eve gidince, yemekten sonra, bi duş alayım çıkınca ararım, çay suyu koyayım, ilaçlarımı alayım..." vs vs diye diye erteliyorum sen krizlerimi.
ertelemek zorundayım, düşmemeliyim bu platonik aşkın tuzağına....
iş yerinde hiç bir şey yapmadım bu gün. kızlarla yaptığımız geyikleri saymazsak. akşam iş çıkışı beronun takıldıığı bara gittik, esko ile pek tarzımız olmasada birer bira içip çıkarız dedik. önce hayri ustaya gidip kavurma dürüm yedik, bero ille ben ısmarlicam diye tutturdu ordandan da bara gittik, rock bar lardan oldum olası nefret etmişimdir ama allahtan yanımda bana bu nefret duygusuna eşlik edecek esko vardı.
bu gün eve erken gitmek istemedim, kardeşimi yolcu edemedim. dün bütüngün birlikteydik, hiç ayrılmayacakmışız gibi eğlendik, ayrılıktan söz etmedik, paranoyak bi şekilde vedalaşmamak için anlaştık. eğer vedalaşsaydık gittiğini kabul etmiş ve dayanılmaz acılar çekicektim yokluğuna alışana kadar, ama şimdi gittiğini görmedim, "hoşçakal abla" demedi bana, bende arkasından el sallamadım, gitmedi yani "kendimce". o hep burda. sadece benim işlerimin yoğunluğundan, onun derslerinden dolayı görüşemiyoruz!! buna inanmak ikimiz içinde en kolay olanıydı. herkes gitmiş yolcu etmeye, bir ben yoktum iyikide yoktum çünkü meleğim hep burda yanımda sadece odasına kapanmış ders çalışıyor. onlar hayal gördüler aslında, eğlendiler "kendilerince".
velhasıl bende kızlarla oyalandım biraz, bi bira iyi geldi. eskoyla istiklali yürüdük sonra, konuşa konuşa, ona bir kaç ay önce kaybettiğim bebeğimi ve levent le olan ilişkimizi anlattım, biraz hüzün biraz kahkaha çıktık taksime.
sabah sıkıldıkça okuduğum depresif kitaplardan birini çantama atmıştım, yolda onu okudum bi kaç sayfa. evin karanlık sokağına doğru yürüyüp, karanlıkta kaybolup evime girdim.
levent ten hala ses yok. gözüm telefonda, artık ararsa sürpriz olucak düşüncesindeyim neredeyse.
aslında aklımdan "küsmüyüz?" diye bir mesaj yazmak geçiyor ama kendimi engelliyorum. en azından yarını beklemeliyim belkide, ama o aramadıktan sonra yarınlar, sabahlar bitmezki a.q
neyse bi duş alıp uyumak en iyisi....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)