Pages

31 Aralık 2009 Perşembe

Delirapunzel'den yeni yıl incileri (son)

2009un son 6 saati ve ben sanırım grip sinyalleri veriyorum:( iyikide arkadaşların davetlerini kabul etmedim. annem bütün gece bana mis gibi ıhlamur vb. bitki çayları yapar, gayet ayık ama gripten bayık bi şekilde yeni yıla hoş geldin derim...
son 6 saat kala sizler için iyi dileklerde bulunup artık böğ getiren yeni yıl muhabbetlerine son vermek istiyorum....

ey ahali,
yeni yılda dilerim ki;
çok mutlu sağlıklı ve başarılı olursunuz...
ailenizi sevin,
dostlarınızı unutmayın,
sizi üzenleri affedin ama uzak durun,
çorapsız terliksiz taşlara basmayın,
sevgilinizi aldatmayın,
bazen, sadece ama sadece kendinizi mutlu edecek saçmalıklar yapın,
bile bile lades demeyin,
ismail yk serdar ortaç ve petek dinçöz dinlemeyin,
yiyin için eğlenin, dibini görmeyen top olsun, ama en güzel an larınızı unutacak kadar sarhoş olmayın,
kütüphaneniz büyüsün,
ütünün fişini prizde unutmayın,
hedefleriniz olsun, hayallerinizden vaz geçmeyin,
çok paranız olsun ama çok harcamayın, 2011'i düşünün,
radyodan falınıza şarkı tutun,
size mendil satmak isteyen hiç bir çocuğu geri çevirmeyin,
kendinizi yenileyin süslenin püslenin sık sık aynaya bakın, kendinizi sevin...

benden size düşenler bunlar... herkesin tekerleme yaptığı yeni yıl dileklerinden bende yok malesef... iyi yıllar...

öperim....

son yıllarda dinlediğim en uyumlu düet...

Son yıllarda dinlediğim en güzel düet evet. Aylin Aslım'ın artık bir klasik olan şarkısı "Senin gibi" ve Cem Adrian'ın muhteşem performansı, iki sesin birbirine yansıttığı o muhteşem duygu.... O gece bende Hayal Kahvesi'nde olup bu muhteşem düeti dinlemeyi planlıyordum ama her zamanki gibi tuna'nın ekintisine uğradım. Gelecek performansta kesinlikle canlı dinleyeceğim....



Cem Adrian & Aylin Aslım - Senin Gibi from cem adrian on Vimeo.

maybe one day....

maybe one day....

30 Aralık 2009 Çarşamba

daha önce yaptım, yine yaparım / cem adrian - nereye gidiyorsun

ikibinondan






kızıyorum ama...

*bu ülkede öğrenciler eşşek eti de yedi, oysa at etine daha yeni yeni alışabilmiştik!
*arka sokaklar dizisinde neden bütün operasyonlar mutlu sonla biter? neden bütün cinayetler çözüme ulaşır? bu dizi nerde hangi ülkede çekiliyor? bil bilen var mı?
*recep ivedik 3 geliyormuş!! allah sizi bildiği gibi yapsın!!! recep tayyip erdoğana da bi film çekilsin, rekabet artsın!!

Giydirin beni

Kendini elma sanan bir portakalım
Isırılmak için bekliyorum soyulmuş kabuğumla
Vitaminimi ,kaybettim kabuğumda kaldı herşeyim
Giydirin beni, üşümekteyim...

sadece bir şarkı yeter

gecenin yarısı
evin odanın, ortası.
bir şarkı duyarsın
biri küfür eder saki kulaklarına.
geçmişe parandeler atarak
yol alırsın hatalarına
kaybettiklerine....
gecenin yarısıak(a)mayan binlerce gözyaşı...

29 Aralık 2009 Salı

o vakit...


bazen sıkılırım bende...
sonra asarım sıkıntımı duvarda bir yere...

neden?


evo'dan kalan...
 peri.

yememekteyiz!

zorla izlemek zorunda kaldığım her  yemekteyiz yarışmasının ardından, gördüğüm her yemeği yapma ve yaptırma isteklerim sonucunda annem artık bu yarışmayı izlemiyor. sanırım başardım :) yaşassın:)

blogcularda insan / blog yazarlarının msn sorunsalı

şu msn muhabbeti beni darlandırmaya başladı son zamanlarda. kendi şahsi msn adresimi çok sık açmıyorum artık, yada aklıma gelmiyor, yada yazışmaya değecek çok kayda değer konular ve insanlar görmüyorum belkide. blog için kullandığım bir adresim var, o da çok  sevdiğim bazı blog dostlarımla ara sıra sohbet etmek için açıyorum. tüm bunların dışında çok tuhaf şeyşerle karşılaştım şimdiye kadar. biraz onlardan bahsetmek istiyorum. bu gün bi zat eklemiş, haliyle kabul ediyorum adresimin sadece blog profilinde yayınlandığı için. ve haliyle sorulan sorulara verilen selamlara cevap veriyorum..
adamın biri sırf eski sevgilisinin "msn nick"i de rapunzel diye eklemiş beni. bide diyorki tesadüfe bak!!! adını söylüyor, memnun oldum diyorum bütün sıkıcı nezaketimle, "konuşsan bende memnun olucam" diyor. adımı soruyor, "blogumdan geldiğine göre ismimi söylemeyeceğimi bilirsin" diyorum. ve arkadaş bombayı patlatıyor; (18:57) sinan,,,,,,,!!!:offfffffffff
kıme sarıcam benyaaa
sende konuşmuyosun....

"amann kardeş gözünü seveyim bana sarma" diyorum!!!!
 
hatta üzerine vazifeymiş gibi (eski sevgilisinin nicki! rapunzel olduğu için olsa gerek) "bence nickini değiştir, aynı trajediyi bi daha yaşamak istemiyorum" diyor. hey allahım sen bunları boş beleşe mi yaratıyorsun sırf angaryadan iş olsun diye. ne trajedisi ulan. blogumdan geldiğin için saygı duyup kabul ediyorum, selam veriyorum.... sanane benim ismimden ayrıca o benim nickim değil, ismim, gerzek!!! sonra lafı fazla uzatmadan "sana başarılar kardeş, iyi akşamlar" diyerek sinirlerimi daha fazla zıplatmamak adına engelliyorum vatandaşı. bu nedir yahu, nasıl bir fantezidir, sırf eski sevgilinin nickine benziyor diye ekleyip, lafım ona "aynı trajediyi yaşama" hayalleri. elemanı silip engelledkten sonra hırsımı alamadım yazayım dedim. sonra bu eleman tekrar başka bir adresiyle ekliyor, neymiş efendim çok "ukalymışım". töbe ya. sen bana sabır ver. yahu bunca zamandır blog yazarım kime ne uklalığım olmuş, kiminle atışmam, kiminle kapışmam olmuş. hiç bilirmisiniz buradan her hangi bir blogcuyu yerden yere vurupta haklı veya haksız yorumlar yapıp, ukalalık yaptığımı? pes diyorum artık. okumayın kardeşim. evet sizin gibilere ukalayım, agresifim. beğenmediyseniz alayınıza kasımpaşa....
aslında nicedir bahsetmek istediğim bir konuydu bu. sizede olmuşmudur bilmem, blogu adına msn kullanıp yayınlayan arkadaşlarında başına gelmiştir eminim. kendisi blog yazmayıp, kendince seçmiş olduğu özellikle kadın blogçuları ekleyip, "aa sen insanmısın merak ettim o yüzden ekledim" di. gibilerinden cümleleri duyduğum çok olmuştur. yada "hakkaten delimisin?" soruları... - evet annem kafama huni takıp sokaklarda geziyorum bakın ben deli rapunzelim- diye. saçmalıkların son demlerini ne olur yaşatmayın bizlere. bizde sizler gibi sıradan insanlarız. kaşımız gözümüz kulağımız var. tek farkımız  blog yazıyor olmamız.
tabiki tüm bunların dışında, kimisi blog yazarı olup, kimisi blog yazmayan ama takip eden bir çok insandan iyi yada kötü çeşitli tepkiler, eleştiriler, sorular alıyorum. hatalarımı söyleyenler, yada herhangi bir konuda benimle ilgili merak ettiği soruları olanlar, yazmadığım zamanlarda "nerdesin" diye soranlar.... bunların hepsi çok güzel evet hepsinede eksiksiz yanıt veriyorum, eleştirileri değerlendiriyorum ama insanların yazdıklarının ve yaşadıklarının üzerinden yada saçma sapan isim trajedileri üzerinden vaktimizi alıp abuk sabuk konularda eğlenmelerine tahammül edemiyorum. sırf böyle saçma sapan insanlar yüzünden msn adresimi profilden kaldırmayı düşünmüyor değilim. böyleleri insana değil msn blog kapattırır. akşam akşam ne yazacaktım, neler çıktı ortaya. uyuz oldum yahu. hiç bir şey yazasım kalmadı iyi mi!

galata köprüsünde bir yılın son pazar günü


dün, bir süredir üzerinde çalıştığım bir proje için dışarı çıktım. çok yakında tam ellialtı tane çocuk sahibi olacağım. düşündüm, düşler kurdum, çocukları düşündüm, etrafımda gülümseyen koşturan oynayan, boynuma boğazıma sarılacak benimle oyunlar oynayacak çocukları düşündüm. bir kaç kişiyle görüştüm. beşiktaştaydım. işimi halledip döndüm. dönerken arkadaşlara beni galata köprüsünün karaköy girişinde bırakmalarını istedim. arabadan inip köprüde balık tutan insanların arasından yürüdüm, etrafa bakındım. lodos vardı. yüzüme yüzüme yerken o insanı sersemleştiren rüzgarı, çok şey düşündüm. son zamanlarda düşünecek ne çok şeyim olduğunu ve ne kadar çok şey düşündüğümü düşündüm.. başımda şapkam, özgürlük isteğiyle uçuşan saçlarım ve ceplerimdeki ellerim. ne kadar yalnız olduğumu düşündüm. kocaman bir şehirde, bütün kalabalığına, onca arkadaşına dostuna rağmen yapayalnız kocaman bir kız, yada küçücük bir kadın... yalnızlığıma bahaneler aradım. kendimi nasıl bu kadar yalnızlaştırabildiğime şaşırdım. tekrar düşündüm çocukları, mutlu oldum.

yeni bir yıla üç gün kala, şimdiye kadar yaptıklarımın, bundan sonra yapacaklarımın teminatı olmayacağına dair söz verdim içimdeki yalnızlığa.

25 Aralık 2009 Cuma

Bizim Mahalleler


biliyormusunuz oturduğum yer hala eski bir mahalle. şehir hayatının kozmopolitikliğinde yaşamayı hiç bir zaman sevemedim. bir zamanlar işim nedeniyle ailemden ayrılıp çok lüks bir sitede dubleks bir dairede oturuyordum, ev arkadaşımın arabası vardı. markete bakkala gitmemiz gerektiğinde ya arabayla yada taksiyle çıkar, alışverişimizi koskocam reyonlardan yapardık. sıkılırdım. aklım çocukluğumdaki o ara sokaklara giderdi. bir anda kasadaki seslerle kendime gelirdim. üç yıl kadar sürdü buradaki mazim. sonra koşa koşa baba evine döndüm. çocukluğumda da mahalle arası bi sokakta büyüdüm. bir sürü arkadaşım vardı. kızlı erkekli oyunlar oynardık. akşam hafiften inmeye başladığında nedense daha bir kıvama gelirdi oynadığımız oyunların keyfi. babalar ellerinde ekmek poşetleriyle birer birer eve girmeye başlarlardı. bizi elimizden tutup "hadi hava karardı artık eve gir" dediklerinde, "biraz daha baba" deyip oyundan kopamazdık. yaz akşamları kimimiz balkonda kimizimiz bahçesinde kimimizde penceresinde ertesi gün oynayacağımız oyunların hayalini kurardık. komşuluklarımız iç içeydi. gak deyince alt komşu guk deyince üst komşu koşar yetişirdi derdimize. insanlar birbirine sahip çıkardı. bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum yaşım ilerledikçe. mahalle hayatını doyasıya yaşayabildiğim, bütün oyunların kurallarını hala ezbere bildiğim için. o mahalleden, o çocukluk günlerinden kalma dostluklara sahip olabildiğim için.
geçen pazar gününden beri evden çıkmıyorum, bu yüzden de sadece günlük sigara alışverişim ve annemin bi kaç siparişini almak için çıkıyorum dışarı. farkettimde şu an oturduğumuz mahallede aynı çocukluğumdaki gibi, mahalle kasabı, mahalle bakkalı, terzisi, manavı, berberi küçük küçük dükkanlarda her gün aynı insanlar aynı yüzler içerisinde.... öyle hepsinin tıkştırıldığı kocaman reyonlar yok. hepsinin ayrı bir kültürü, sohbeti, tarzı, dili, hüznü sevinci var. adım adım ilerlerken sokakta içime çektim sokağın kokusunu, çocukluğumu, kaldırımların kokusunu...
kokulara karşı zaafı olan bi insan olarak her şeyi kokulandırabilme özelliğine sahibim (kokulandırmak!) insanların ve objelerin dışında şehirlerin hatta her sokağın kendine has kokuları olduğunu düşünürüm. düşünmekle kalmaz koklar, tanırım. bu koku büyük sitelerde, bir apartmanda 40 kişinin oturduğu, her daire başına 2 kişi hesab edildiğinde en az 80 kişinin aynı çatı altında yaşadığı, ama yan komşusunu bile tanımayan insanlardan gelen koku sadece kaos oluyor. aynılık, samimiyetsizlik, selamsızlık, tanımazlık, aymazlık halinde.
velhasıl bu gün bakkala gidip sigara ve ekmek aldım, kasaba girdim kıyma aldım, kasap amca babama selam söyledi. sonra terziye bıraktığım annemin yolladığı kenarları çekilecek kumaşları aldım, borcumu sordum terzi amca "sen git, ben babandan alırım borcunu" dedi boynundan asılı gözlüklerinin üstünden bakarak. manavın önünden geçerken de karışık meyve aldım biraz hepsininde gönlümce tadına baktım tezgahın başında. manavın minik çırağının saçlarını okşadım. parayı uzattım "bereket versin abla" dedi. gülümsedik. üstümde pijamalar, üzerimde palaspandır bi mont kafamda ponponlu bir şapka, kulağımda mfö şarkılarıyla hafif hafif çiseleyen yağmurun altında evime doğru yürüdüm. sokak toprak kokmaya başlamıştı. evin önüne gelince durdum basamaklara oturdum poşetteki elmalardan en kırmızısını çıkartıp ıssırdım. duvara yaslanıp sokağın kokusunu içime çekip çocukluğumu özledim, çocukluğum beni özledi.....

ıptıs ıptıs cıbıl cıbıl

sözleri en hüzünlü, en acıklı şarkıların bile altına ıptıs ıptıs ritim koyup, sonrada dans eden cıbıl cıbıl hatunlarla klipleştirilmesine de li ri yo yo rum!
saat uc sulari. uykum yok. odamdan cikip oturma odasina geldim. televizyonu actim. cay makinesinin dugmesine dokundum. koltuga uzandim. biraz televizyona biraz duvarlara bazende saate baktim. yoruldum. saat uc. sabaha daha cok var. hos sabah oluncada ayni seyleri yapicam. deliriyormuyum neyim. ayni kaseti basa sariyor birileri sanki surekli. cay isinmistir bi bardak cayiceyim bari sigaram yalniz kalmasin.. yok yok iyiyim. delirmiyorum. yada herneyse. henuz..

24 Aralık 2009 Perşembe

yüksek voltajda torpil enerjisi

bu gün çok tuhaf bir hava var dışarda. kapalı, karanlık grimsi ama sıcak. ılık bir rüzgar rahatsız etmeden sinsice yalıyor insanın yüzünü. yapılacak hiç birşey yok. haftanın en silik günlerinden biri. perşembe.
geçenlerde tanıştığım oldukça nüfuzlu biri sayesinde,en çok satan gazete ünvanına sahip gazetelerden birine girebilmek için torpil aldım. adam yanımda telefon etti gazetenin yetkili kişisine. bana telefonunu verdi, kendinde konuş cv ni yolla dedi. daha sonra o yetkili kişiye ıkına sıkıla telefon edip mail adresini aldım. bu gün cv mi yolladım. yani anlayacağınız yüksek voltajda torpil enerjisi ile çalışan dişlilerin arasına bende girdim. ve beklemeye başladım. hadi hayırlısı...

23 Aralık 2009 Çarşamba

kendime itiraflarımdır... üzerinize afiyet, alınmayınız

buldum abi. benim bir sorunsalım var. yazmak istiyorum- ki yazıyorum zaten şu an, başladm yani.. amaaan neyse...
bunlar çeşitli takıntılarım, dengesizliklerim ve çelişkilerim

bir şarkıyı yüzlerce defa tekrar tekrar dinleme özelliğine ve bunu tekraren dinlediğmi farkedememe özelliğine sahibim.

istisnasız her akşam bıkmadan patlamış mısır yerim.
her gece yatarken "yarın sigarayı bırakabileceğimi" düşünüp, kahvaltının ardından ilk sigaramı keyifle içerim.
çok beğendiğim saç rengimi sırf özlemek için başka başka renklere boyatır, daha sonra büyük bir heycanla eski kendi rengime dönerim..
evdeyken dışarı çıkmak isterim, dışardayken evimi özlerim.
dışarı çıktımmı günlerce gelmez, eve girincede günlerce dışarı çıkmam.
yemek yapmasını bilemem, ama damak zevkim çok kuvvetlidir. bu yüzden gurme olduğumu söyleyenler bile olmuştur. şaşarım!
genelde depresyondayımdır ama çevremdeki kimseyi bunaltmam. mutsuzluğum gizlidir.
arkadaşlarım beni çok iyi tanıdıklarını düşünürler oysa onları tramvalara uğratacak gizli sırlarım vardır.
fal baktırır, günlük burcumu okurum, dakikalar geçmez ki unuturum.
kumbara alır içine yedek sigara zulalarım.
hoşgörülü ve anlayışlıyımdır. ama kıskançlığım ürkütücü ve can yakıcıdır.
ağlarken gözyaşlarımın akmamasını sağlayabilitem vardır. ben istemessem hüngürsemde akmazlar!
zil zurna sarhoş olurum, ayııkken de içmesini bilmeyen insanlara uyuz olup laf sokarım !
hiç birinden ders almadığım halde, bütün dünya müziklerinde hatasız dans edebilirim. pistlerin ve sahnelerin dili olsada konuşsa!
ilkokul 2. sınıfta "öğretmenim biz dünyanın içindemiyiz? dışındamıyız?" sorusunu sormuş yegane varlığım.

ve dönelim çocukluğuma.

on aylıkken konuşmaya başlayan, buna rağmen 3 yaşına kadar altına sıçan, 4 yaşında okuma yazmayı öğrenip askerdeki amcasına mektup yazan, 5 yaşında kaybettiği dedesinin yüz mimiklerinden ses tonuna kadar herşeyini an be an hatırlayan... hala dünyanın neresinde olduğuna karar veremeyen bir sorunsalım!!!!

üretim hatası

çocukluğumda başladı sanırım yanlış tercihlere olan meyilim, ilk gençlik yıllarımda devam etti. hatalarından ders alamayan insanlar arasında ilk sıralarda oldu yerim. şimdi kurula kurula oturuyor olmanın pişkinliği ile... geriye dönüpte düzeltemediklerim yük oldu sırtımda. her adımımda tökezledim. düştüm, kalktım sırtımdaki yüklerle. kendime, başkalarını affedebilmeyi öğrettim de bir kendimi affedemedim. bu yüzdendir kendime acımasızlığım....

15 Aralık 2009 Salı

saç boyamaca

bu gün saçımı boyamaya karar verdim. yaklaşık 2 hafta önce karamel tonuna yaklaşmıştım, şimdi bi kaç ton daha açıcam.




gibi....





belki akşam kızlarla buluşur bi kahve içeriz. bi miktar kabuğumdan çıksam iyi olacak. biraz sohbet, biraz dedikodu, biraz gülmece, biraz hava değişikliği iyi gelir, belki bişeyler değişir...

13 Aralık 2009 Pazar

yarın başka bir gün olabilirmi bilmiyorum

kaç gündür aynaya bakmıyorum bilmiyorum. makyaj yapmayalı, saçlarımı taramayalı, bu gün ne giysem diye düşünmeyeli kaç gün oldu bilmiyorum? kafamı bir yerlere vurmuş gibiyim. aslında çaktırmayın boşvermişim çoktan herşeyi. kendimi dinlemekten vazgeçtim. ne halim varsa görüyorum, kendimi sorgulamıyorum, iyi poliste yok, kötü poliste yok. penceresi apartman boşluğuna bakan odamda yağmurlardan haberim yok. duvarlarımdaki fotoğrafların anılarını düşünmek beni epey bir oyalıyor. her baktığımda başka başka şeyler hatırlıyorum. okuduğum kitaplara öyle kaptırıyorum ki kendimi bittiği zaman kızıyorum. babam çok fazla çay içtiğime kızıyor, işin gerçeği çay ve kahveyle birlikte çok fazla sigara içtiğime kızıyor. arkadaşlar arayıp biryerlere çağırıyorlar, o kadar çok boş vaktim varki bu yüzden hiç birine yetişemiyorum. anlamıyorlar. geçenlerde odamdaki eşyaların yerlerini değiştirdim, her köşeden bir sürü hatıra fışkırdı yine. özel olanları küçük bir sandığa koyuyorum. bir başkası baktığında neden hala saklıyor olduğuma anlam veremeyecek alışveriş fişleri bile var içlerinde.

evo, bir arkadaşının 5 yaşındaki oğlunun doğum günü partisine giderken, hediye almak için girdiği oyuncakçıdan bana da bir bebek alarak çıkışını hatırlıyorum. o kırmızı şapkalı, kel ve mavi gözlü bebek karşımda duruyor. evo ve o günler benden çok uzaklardayken.

sonra duvarda asılı duran mantar panoya bakıyorum. ne çok sinema, konser, otobüs ve uçak bileti asmışım. anı sapıklığı değilde nedir bu! insan neden bu kadar ısrarcı olur hiç birşeyi unutmamaya. geçmiş, geleceğin gürültüsünü bastırıyor böylelikle. zaman tünelinde geri adımlarla ilerleyen bir budalayım ben evet.

ve,
yarın başka bir gün olabilirmi bilmiyorum.
geçmiş anılarında bu kadar yoğun yaşayan birinin, en yakın gelecek hakkında bir fikir sahibi olmaması normal değilmi?


10 Aralık 2009 Perşembe

kişisel msn iletisi :)

bi arkadaşımın msn kişisel iletisinde gördüm ;)

yemekteyiz'de tanışıp, esra erol'da evlenip, yalçın çakır'da boşanma kararı alıp, sinan çetin'de caymak istiyorum

9 Aralık 2009 Çarşamba

geçiştirmece

ve zamanla yaşam geçiştirdiğin birşey olacak... içinden geçtiğin, geçtikçe geciktirdiğin. Sonrada geçip gitmesine izin verdiğin birşey...