Pages

29 Kasım 2010 Pazartesi

rüya

bu sabah uykumdan uyanmakla, uyanmak istememek arasında kalktım yatağımdan. iki sene önce kaybettiğim bebeğim rüyama girmişti yine. uzun süredir uğramıyordu uykularıma.  beşiği vardı içinde uyuyordu. ağlamıyordu hiç. öyle güzeldi ki bembeyaz bir kundağın içinde mışıl mışıl uyuyordu. garip olan bir ismi yoktu. zeyno'nun evindeymişiz. beşikte onun evinde, saklıyormuşum bebeğimi herkesten. bir ara kucağıma alıp emziriyorum. öyle güzel bir duyguydu ki anlatamam. dünyada sanki ondan başka bişey yokmuş gibi bir hisse kapıldım, mis gibi kokuyordu.
çocukkende rüyamda bir sürü çikolatam olduğunu görürdüm,   yatağın içinde elim bomboş uyanınca ağlardım uyandığım ve tüm gördüklerim rüya olduğu için... yine aynısı oldu, oturdum zırıl zırıl ağladım. annem korkulu bir rüya gördüğümü sandı.

hala gözümün önünden gitmiyor... ne kokusu ne yüzü....

19 Kasım 2010 Cuma

ve tavşan, dağa siktiri çeker....

Aslında herşey yolunda. Mucize ile ayrılık aşamasına gelip son anda direkten bir dönüş yakaladık. bir farkındalık halinde yada ikimizde kaybetme korkusu ile bir gece de dokunamadan sarıldık birbirimize sımsıkı. görüşmeyeli tam otuzdört gün oldu. ne zaman uzun süre görüşmesek bir yerden çatlak veriyoruz. ama neyseki çabuk dalgalanıp durulmalar bizi kendimize getiriyor. aslında alıştım da bu duruma, eskiden bir kaç gün bile dayanamazken yokluğuna şimdi daha bir sabırla haftalarca dayanabiliyorum. tuhaf bir şekilde alıştırdım kendimi buna, ama bunu nasıl becerebildim bende bilmiyorum. sabırlı olmayı zeyno'dan öğrenmiştim yıllar önce... bir öğrenci gibi eğitmişti beni dostum. şimdi o bile şaşırıryor bu kayıtsız sabırlı oluşuma... kim bilir belki bir gün vazgeçmeyi de öğrenirim...
aslına bakarsan o kısmı da öğrenmeye başladım sayılır. hayatımda demirbaş sandığım çocukluktan beri koşulsuz bağlılık gösterdiğim bir kaç insanı çıkarabildim hayatımdan geçtiğimiz aylarda. evet acı oldu ama zor olmadı. "demekki acı çekmek değilmiş zor olan, acı çekmeye karar vermekmiş" mottosunu yarattım bu sayede kendi içimde... şimdi daha az yorgun kafam. artık kızacak, kendi kendime öfkelenip içime attığım insanların artıkları yok içimde. yani o dağa küsen tavşan misali, artık dağlar küçüldü, tavşanın dağ ile olan kavgası bitti. düz ovada seke seke kimseye öfke biriktirmeden, incinmeden salınıyorum artık. işin özü tavşan dağa siktiri çekti... isterse yansın bitsin kül olsun...

12 Kasım 2010 Cuma

Yaşamdan geçtim, kentlerden de...

Korkmuyorum artık sessizlikten, dolunayın büyüsünden, ölümlü olmaktan ya da ölümsüzlükten, çevremdeki seslerden ve güneşin doğuşundan ya da sessiz sedasız batışından...

Sakinim. Öylece duruyorum. Yaşamdan geçtim, kentlerden de...

Sınırları aşalı çok oldu ve gülüşlerden geçeli...

Anlamsız konuşmalar dinliyorum artık etrafımda, galerileri ziyaret eder oldum insanların sergilendiği ve kahvelerde oturur oldum, sigara bile içilemeyen, öylesine...

Artık hiçbir yerdeyim...

Harikalar diyarı da yalanmış zaten, öğrendim.
Neyse, en azından adı güzeldi..

9 Kasım 2010 Salı

yaşıyorummm

işte geldim burdayımmm ben bu işte ustayımmmm :)

malum bir süredir blogum kapalıydı. kimseye özel şifre falan vermedim yanlış anlaşılmasın... sadece bir süre kapalı kalsın istedim.... yazacak çok şeyim oldu birikti birikti ve geri geldim....
yoğun, saçma salak bir tempoda gidiyor hayatım... artık öyle bir hal aldı ki artık ben bile akıl sır erdiremiyorum kendime... yanlışlar yapıyorum, bazen doğru kararlar veriyorum, insanlıktan çıkıyorum, seviyorum, seviliyorum, kafama göre takılıyorum, yiyorum, içiyorum, geziyorum, eğleniyorum, ağlıyorum, gülüyorum... velhasıl hep aynı rapunzel işte... bir şekilde yaşıyorum...
hepinizi ve yazmayı çok özledim....
ben
geri
geldim...