Pages

19 Ocak 2011 Çarşamba

hadi gözümüz aydın işten ayrıldım!

uzun zamandır yine yazmayışımın sebebi bi hayli çalkantılı geçen günlerim oldu. işten ayrıldım çünkü emeklerimin karşılığını madden ve özellikle manen bulamadım. büyük bir hayal kırıklığı içerisinde bu delidumrul gibi çalışma haline son verdim. işimi seviyordum ama kırgınlıklarım çok birikti... arkadaşla dostla bu tarz işlerin yürümeyeceğini çoktan bilmeliydim halbuki...
yaklaşık bir hafta oldu, bu bir haftalık süreçte bi kaç arkadaşın doğum günü kutlamasını yaptık, biri sürprizdi çok eğlendik. arkadaşı iş yerinden alıp doğumgünü mekanına götürmek oldukça zahmetli ve maceralıydı.
sonrasında ise kendimi eve kapattım. eve kapatırken de bundan çok yıllar önce uğraştığım takı tasarımına heves sardım. benimle birlikte zuzu da bu işe merak sarınca kilitlendik. benim bundan bir beş sene önce bir dükkanım vardı hem takı atölyesi hemde çeşitli abidik kubidik şeyler sattığım bir dükkan. bu dükkan da fazla yaşaadı tabiki başarılı! iş hayatım içerisinde. ama o zamanlardan kalan tonla malzeme vardı. hepsi tozlanmış kutularda öylece bekliyordu. çıkarttım onları yerlerinden zuzuyla oturduk bir dünya takı tasarladık. Amerika'da yaşayan bir arkadaşımız orada satmak için bizden de sipariş isteyince iyice gaza geldik. eminönüne gidip ilave malzeme için bir sürü şey aldık, şimdi oturduk bütün vaktimizi takı yaparak geçiriyoruz. bir kaç güne kadarda bunun için bir web sitesi yapmayı planlıyorum, sonrası kısmet falan....


böyle işte.

şu an çok şiddetli baş ağrısı yaşıyorum. "rapunzel yine kayıplarda!" diyenlere durum bilgisi vereyim dedim....

öperim.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Bugun orda da cumartesi mi? Sende beni, benim kadar ozledin mi? F.D.

7 Ocak 2011 Cuma

Sorunsalım şudur ey ahali; Evli Erkekler!


Uzun zamandır kafamı meşgul eden bir konuyu ele almak istedim. 2010 yılı benim için çeşitli hengamelerle geçti, bir sürü şey yaşadım, bir sürü şeyi yaşayamadım, başıma gelenle gelemeyenler, değişiklikler, radikal kararlar, inişli çıkışlı bir iş hayatı, kaybedilen dostluklar, yitirilen inançlar, yeniden kazanılan umutlar, başlangıçlar, mucizeler… mucizeler…. Ama ilk defa hayatımın bir dönemine bir konu damgasını vurdu.

Sorunsalım şudur ey ahali; Evli Erkekler!

Gelecek yıllarda, 2010 denildiğinde aklıma ilk gelecek şey evli erkeklerin hayatıma musallat olma çabaları olacaktır. Etrafımda, gerek iş gerek sosyal ve arkadaş çevremde olmak üzere iyi niyetle sadece selam verdiğim ne kadar evli erkek varsa hepsi bir şekilde hayatıma girmeye çabaladılar. Biri önce olayı trajedisine bağladı, önce dost sohbetleri, uzun uğraşlar aile ve özel yaşantısından bahsedememeler daha sonra çözülmelerle kendini açık etti. Hepsinin derdi, zavallı kalplerinin(!), duygusal ve tensel anlamda bitmiş ama kağıt üzerinde hala evliliklerinin devam ediyor olmasıydı. “Evliyim ama buna evlilik denmez” diye başlayan cümlelerinde geçen “ama” lar, “rağmen”lerle daha da zavallılaşıyordu.

Yılın son altı ayında tanıdığım üç erkekte de aynı sözler, aynı yaşanamamış heyecanların hezeyanları ve açgözlülükleri vardı. Kendi anlattıklarının dışında (ki doğru analizlerde bulundum hep) aslında kurulan cümlelere, yapılan mimiklere, beden dillerine, yaşam tarzlarına ve kalitelerine baktığında güzel giden evlilikleri vardı. Çünkü hiçbiri de ayrılmanın eşiğinde değildi. Deliler gibi düşkün oldukları çocukları vardı, sadece evlerinde onları bekleyen, yemeklerini yapan, kahırlarını çeken, yıllardır üzerinde emekleri olan, onları adam eden, cemiyete sokan eşlerinin adı geçmiyordu. Çünkü bilinçaltlarında yatan, o her şeye “rağmen” adileşmiş aidiyet duygusu onları esir alıyordu. Ve yine hepsinin ortak noktası, iş güç kariyer sahibi, 30-35 yaş üstü erken evlilik yapmış, erken baba olmuş olmalarıydı. Üçüncüsünden sonra hepsini bir potada topladığımda birbirlerinin fotokopileri gibiydiler.

Birini kendimden uzaklaştırmadan muhabbeti kesmeden önce, karısı ile arasını düzeltmesi için sebepler yarattım. Saçma bir sebeple annesinin evine yolladığı, daha sonra çocuğunun bu durumdan etkilenerek vücudunda çıkan alerjik hastalıkların sebebi olduğunu ailesine bir şans daha vermesi gerektiğini defalarca anlattım. Bunu nasıl bir ruh haliyle kendime vazife edindim bilmiyorum. Sonra bir gün bana karısını ve çocuğunu evine getirdiğini söyledi. Hala şikâyetçiydi ama sonrasında bütün irtibatımı kesip benimle hiçbir şey yaşayamayacağını o kalın kafasına sokması için fazla uğraşmadım. Bir daha telefonlarına çıkmadım.

Diğeri de aynı sebeplerde ve aynı şartlarda bi adamdı. Bununla biraz daha ciddi bir iş ilişkimiz olduğundan mütevellit hiç uğraşmadan savıştırdım etrafımdan. İşin içinde iş olunca pençelerimi ve dişlerimi göstermekten çekinmedim, çünkü ısrarı ve çirkinliği halinde zarar görecek olan ben değil kendisi olacaktı.

Sonuncusu biraz daha geniş takılan bir amcaydı. Ona da ilk hamlesinde “üzerime alındım” durumu oluşturmamak için aptala yatıp, söylediği ve söylemeye çalıştığı şeyleri anlamazlığa gelerek arkadaşlık boyutunda kalsın, tavrımı düşüncemi duruşumu kendini aşmadan anlasın istedim. Anlatamamışım meğer! Ağzını açar açmaz biletini kesip uzaklaştırabildim.

Şimdi bütün bunlar sorun değil aslında. En fazla niyetini anlayınca yine bu yaptıklarım gibi söyleyeceğini söyler, hayatından tek kalemde çıkarırsın, bir daha aynı sokaktan bile geçmemek üzere. Evet hiç sorun değil. Gerçekten.

Ben bütün ardından kendimi sorgulamaya başladım. Bir yerde hata yapıyordum ama nerde yaptığımı bir türlü anlayamıyordum. Gelebilecek bütün hamlelere ve tekliflere tam anlamıyla gardımı almış, tepkimi koymuş olduysam da, onları bana getiren sebebi kendimde aramaya başladım. Sonraları düşündüğümde tüm bunların, 26. yaşımın 2. yarısında oluşmaya başladığını gördüm. Olaya toplumsal boyutlarda baktığımda, evlilik yaşımın gelmiş hatta geçmiş(!) olarak görüldüğü, çalışan, hayatını kazanmaya çalışan, belirli bir sosyal yaşantıya sahip olup, özgüveni olan bir kadının, evli bir erkeğe hayır demeyeceği mi düşünülüyordu? Ve etrafıma şöyle bir baktığımda, yaşıtlarım ve 25 ila 35 yaş arasında ki bütün evlenmemiş bekar yada boşanmış kadınların da aynı şeylere maruz kaldığını gördüm…

Şimdi bu evli erkeklere cevap vermeyen kadınlar yok mu? Var elbette, burada deşmek istediğim sadece erkekler değil. Çünkü sana gelmeden önce, yollarından istediklerini elde ettikleri kadınlar geçmiş. dolayısıyla sana da bakışları “ya tutarsa”  şeklinde oluyor. Ve yine hep söylediğim gibi, “bir kadının mağduriyetine aslında yine başka bir kadın sebebiyet veriyor”

Ben ne yazarsam yazayım, ne söylersem söyleyeyim bu konunun içinden çıkamayacağım. Anlamadığım, anlamak istediğim ve ısrarla kabul etmeyip savunduğum hayat çizgimde yoluma çıkan çakıl taşlarından sıkıldım… Bütün kadınlar adına….

Not: bu yazıyı hiçbir feminizm duygusu, duygusalı içermeden, maksadın sadece erkeklere sövüp sövüştürmek olmadan, herkesin kendi kapısının önündeki çöpü temizleyerek daha temiz bir yaşama sahip olacağımıza inandığım için yazdım.

Delirapunzel.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bazen

bazen, en sevdiğin şarkıyı dinlerken onu niye sevdiğini bilmezsin.  
bazen, "üçü bi arada" olmayabilir, şekersiz de güzel olur.  
bazen, hayat sandığın kadar zor değildir.  
bazen kendine yalanlar söylemek için şizofren olman gerekmez.  
bazen sigaran biter bu çok sinir bi durumdur, gecenin bir yarısı açık bakkal bulamazsın mesela.. uyursun!.  
bazen televizonda güzel bir film olmaz.  
bazen rüya göremezsin bu çok anormal bir durum değildir.  
bazen bir hafta boyunca hiç çakmağın olmaz, sürekli insanlardan ateş istersin, evde sigaranı ocaktan yakarsın, bu  durum insanı kendinden bıktırabilir. 
bazen okuyacak kitap bulamazsın eski kitapları tekrar okursun.  
bazen kim ararsa arasın telefonlara cevap vermezsin, bi anlamı yoktur, bu bir trip değildir. 
bazen anneni daha iyi anlarsın, anne olman gerekmez. 
bazen herşey anlamını yitirebilir, ama tekrar bulabilirde... olur öyle arada.  
bazen aşık olduğunu zannedersin, bu geçici bişeydir. 
bazen aslında hiç aşık olmadığını düşünürsün, bu da bi süre sonra kalıcı birşeydir. 
bazen herşey olabilir, bazen hiç bişey olmaz.  
bazen hayat biter. bunun bi açıklaması yoktur. 
bazen saçmalarsın böyle... bunu sık sık yapabilirsin. 
delirapunzel
08.04.2010

4 Ocak 2011 Salı

kaytarmak lazım bazen!

bu sabah çok tuhaf bi kararsızlıkla uyandım. uyandığım ve uykum açıldığı halde yataktan çıkmak istemedim. üzerimdeki işler biraz hafiflediği için önce yatakta biraz keyif yaptım. sonra "amaaan bu gün biraz gç. gideyim" dedim. biraz takıldıktan sonra kalktım giyindim hazırlandım, sonra kahvaltı ederken iyice sukoyverdim "amaaan bu günde gitmeyeyim" deyip eşşeği iyice çayıra saldım...

evde oturdun da ne yaptın dersen hiç bişey yapmadım. sadece işe gitmek için giydiğim kıyafetleri değiştirip tekrar pijama terlik moduna geri döndüm. birde öğlen yemeği için de üstün bir üşengeçlik sergileyerek annemle dışardan yemek söyledik. birazdan da çay demleyip miskinliğin ve ev keyfinin dibine vurmayı düşünüyorum.

bu arada biraz da istasyon cafe ile ilgilendim. blogumuzda uzun zamandır bir hareket heycan olmadığını farkettim. aramıza yeni bir yazar arkadaşımız da katıldı bu arada, henüz kendi blogu yok ama zaganos olarak istasyon cafe de yazmayı başladı.. ilk  yazısı nı da buradan okuyabilirsiniz. ona buradan da tekrar kocaman bir hoşgeldiiiiiiiin diyorum :)