Pages

25 Aralık 2009 Cuma

saat uc sulari. uykum yok. odamdan cikip oturma odasina geldim. televizyonu actim. cay makinesinin dugmesine dokundum. koltuga uzandim. biraz televizyona biraz duvarlara bazende saate baktim. yoruldum. saat uc. sabaha daha cok var. hos sabah oluncada ayni seyleri yapicam. deliriyormuyum neyim. ayni kaseti basa sariyor birileri sanki surekli. cay isinmistir bi bardak cayiceyim bari sigaram yalniz kalmasin.. yok yok iyiyim. delirmiyorum. yada herneyse. henuz..

24 Aralık 2009 Perşembe

yüksek voltajda torpil enerjisi

bu gün çok tuhaf bir hava var dışarda. kapalı, karanlık grimsi ama sıcak. ılık bir rüzgar rahatsız etmeden sinsice yalıyor insanın yüzünü. yapılacak hiç birşey yok. haftanın en silik günlerinden biri. perşembe.
geçenlerde tanıştığım oldukça nüfuzlu biri sayesinde,en çok satan gazete ünvanına sahip gazetelerden birine girebilmek için torpil aldım. adam yanımda telefon etti gazetenin yetkili kişisine. bana telefonunu verdi, kendinde konuş cv ni yolla dedi. daha sonra o yetkili kişiye ıkına sıkıla telefon edip mail adresini aldım. bu gün cv mi yolladım. yani anlayacağınız yüksek voltajda torpil enerjisi ile çalışan dişlilerin arasına bende girdim. ve beklemeye başladım. hadi hayırlısı...

23 Aralık 2009 Çarşamba

kendime itiraflarımdır... üzerinize afiyet, alınmayınız

buldum abi. benim bir sorunsalım var. yazmak istiyorum- ki yazıyorum zaten şu an, başladm yani.. amaaan neyse...
bunlar çeşitli takıntılarım, dengesizliklerim ve çelişkilerim

bir şarkıyı yüzlerce defa tekrar tekrar dinleme özelliğine ve bunu tekraren dinlediğmi farkedememe özelliğine sahibim.

istisnasız her akşam bıkmadan patlamış mısır yerim.
her gece yatarken "yarın sigarayı bırakabileceğimi" düşünüp, kahvaltının ardından ilk sigaramı keyifle içerim.
çok beğendiğim saç rengimi sırf özlemek için başka başka renklere boyatır, daha sonra büyük bir heycanla eski kendi rengime dönerim..
evdeyken dışarı çıkmak isterim, dışardayken evimi özlerim.
dışarı çıktımmı günlerce gelmez, eve girincede günlerce dışarı çıkmam.
yemek yapmasını bilemem, ama damak zevkim çok kuvvetlidir. bu yüzden gurme olduğumu söyleyenler bile olmuştur. şaşarım!
genelde depresyondayımdır ama çevremdeki kimseyi bunaltmam. mutsuzluğum gizlidir.
arkadaşlarım beni çok iyi tanıdıklarını düşünürler oysa onları tramvalara uğratacak gizli sırlarım vardır.
fal baktırır, günlük burcumu okurum, dakikalar geçmez ki unuturum.
kumbara alır içine yedek sigara zulalarım.
hoşgörülü ve anlayışlıyımdır. ama kıskançlığım ürkütücü ve can yakıcıdır.
ağlarken gözyaşlarımın akmamasını sağlayabilitem vardır. ben istemessem hüngürsemde akmazlar!
zil zurna sarhoş olurum, ayııkken de içmesini bilmeyen insanlara uyuz olup laf sokarım !
hiç birinden ders almadığım halde, bütün dünya müziklerinde hatasız dans edebilirim. pistlerin ve sahnelerin dili olsada konuşsa!
ilkokul 2. sınıfta "öğretmenim biz dünyanın içindemiyiz? dışındamıyız?" sorusunu sormuş yegane varlığım.

ve dönelim çocukluğuma.

on aylıkken konuşmaya başlayan, buna rağmen 3 yaşına kadar altına sıçan, 4 yaşında okuma yazmayı öğrenip askerdeki amcasına mektup yazan, 5 yaşında kaybettiği dedesinin yüz mimiklerinden ses tonuna kadar herşeyini an be an hatırlayan... hala dünyanın neresinde olduğuna karar veremeyen bir sorunsalım!!!!

üretim hatası

çocukluğumda başladı sanırım yanlış tercihlere olan meyilim, ilk gençlik yıllarımda devam etti. hatalarından ders alamayan insanlar arasında ilk sıralarda oldu yerim. şimdi kurula kurula oturuyor olmanın pişkinliği ile... geriye dönüpte düzeltemediklerim yük oldu sırtımda. her adımımda tökezledim. düştüm, kalktım sırtımdaki yüklerle. kendime, başkalarını affedebilmeyi öğrettim de bir kendimi affedemedim. bu yüzdendir kendime acımasızlığım....

15 Aralık 2009 Salı

saç boyamaca

bu gün saçımı boyamaya karar verdim. yaklaşık 2 hafta önce karamel tonuna yaklaşmıştım, şimdi bi kaç ton daha açıcam.




gibi....





belki akşam kızlarla buluşur bi kahve içeriz. bi miktar kabuğumdan çıksam iyi olacak. biraz sohbet, biraz dedikodu, biraz gülmece, biraz hava değişikliği iyi gelir, belki bişeyler değişir...

13 Aralık 2009 Pazar

yarın başka bir gün olabilirmi bilmiyorum

kaç gündür aynaya bakmıyorum bilmiyorum. makyaj yapmayalı, saçlarımı taramayalı, bu gün ne giysem diye düşünmeyeli kaç gün oldu bilmiyorum? kafamı bir yerlere vurmuş gibiyim. aslında çaktırmayın boşvermişim çoktan herşeyi. kendimi dinlemekten vazgeçtim. ne halim varsa görüyorum, kendimi sorgulamıyorum, iyi poliste yok, kötü poliste yok. penceresi apartman boşluğuna bakan odamda yağmurlardan haberim yok. duvarlarımdaki fotoğrafların anılarını düşünmek beni epey bir oyalıyor. her baktığımda başka başka şeyler hatırlıyorum. okuduğum kitaplara öyle kaptırıyorum ki kendimi bittiği zaman kızıyorum. babam çok fazla çay içtiğime kızıyor, işin gerçeği çay ve kahveyle birlikte çok fazla sigara içtiğime kızıyor. arkadaşlar arayıp biryerlere çağırıyorlar, o kadar çok boş vaktim varki bu yüzden hiç birine yetişemiyorum. anlamıyorlar. geçenlerde odamdaki eşyaların yerlerini değiştirdim, her köşeden bir sürü hatıra fışkırdı yine. özel olanları küçük bir sandığa koyuyorum. bir başkası baktığında neden hala saklıyor olduğuma anlam veremeyecek alışveriş fişleri bile var içlerinde.

evo, bir arkadaşının 5 yaşındaki oğlunun doğum günü partisine giderken, hediye almak için girdiği oyuncakçıdan bana da bir bebek alarak çıkışını hatırlıyorum. o kırmızı şapkalı, kel ve mavi gözlü bebek karşımda duruyor. evo ve o günler benden çok uzaklardayken.

sonra duvarda asılı duran mantar panoya bakıyorum. ne çok sinema, konser, otobüs ve uçak bileti asmışım. anı sapıklığı değilde nedir bu! insan neden bu kadar ısrarcı olur hiç birşeyi unutmamaya. geçmiş, geleceğin gürültüsünü bastırıyor böylelikle. zaman tünelinde geri adımlarla ilerleyen bir budalayım ben evet.

ve,
yarın başka bir gün olabilirmi bilmiyorum.
geçmiş anılarında bu kadar yoğun yaşayan birinin, en yakın gelecek hakkında bir fikir sahibi olmaması normal değilmi?


10 Aralık 2009 Perşembe

kişisel msn iletisi :)

bi arkadaşımın msn kişisel iletisinde gördüm ;)

yemekteyiz'de tanışıp, esra erol'da evlenip, yalçın çakır'da boşanma kararı alıp, sinan çetin'de caymak istiyorum

9 Aralık 2009 Çarşamba

geçiştirmece

ve zamanla yaşam geçiştirdiğin birşey olacak... içinden geçtiğin, geçtikçe geciktirdiğin. Sonrada geçip gitmesine izin verdiğin birşey...

14 Kasım 2009 Cumartesi

söylemesi ayıp;

söylemesi ayıp, gururla işlediğim günahlarım, söylemekten kahrolmadığım yalanlarım, mevsimsel geçişlerim ,zamansız ölümlerim ,dikişleri atan yaralarım, kendime ait gerçeklerim var ve bil ki; içinde kaybolduğum bu hayat silsilesi sadece bir doğum lekesi!

bu yüzdendir ki;

söylediklerimden çok sustuklarımda saklıyım ... ve gizlediklerimde gizliyim ... beni anlamak için; konuştuklarımdan çok, sustuklarıma kulak verin ... aklım sükûtu sever benim ... çünkü çok ağır ödeştik biz hayatla ... ben sonu ölüm noktalı yollardan geçtim ... üç noktalar koymaz bana ...

13 Kasım 2009 Cuma

hayat ne garip öküzler falan...

evet evet aynen öyle blog.

trene binmek istemek


üsküdardayım, toplantıların ardından sahilde bi yemek yiyeyim dedim. oturduğum masanın yanındaki demir parmaklıkların arasından bi kedi benimle oyun oynuyor. kafasını uzatıp bana bakıyor, tam gözlerimi çevirdiğimde kaçıyor, sonra yine geliyor yine bakıp kaçıyor. çocuk gibi, hayvanlara karşı özel bi ilgisi olmayan ben için bu fazla duygusal oldu.

sabah yola çıktığımda dolmuşlara doğru yürürken birden içimden trende olmak geçti ama öyle sirkeci bakırköy treni değil. uzun çayırların tarlaların bahçelerin arasından geçen, anadolunun en ücra köylerinden geçen bi tren. demirlerin çıkardığı yorucu sesleri dinleyerek dinlenmek, kaçmış gidiyor olmanın huzuruyla bilmediğim bir yerlere yolculuk etmek.... sade basit plansız öylesine...
sonra bindim dolmuşa, şehrin keşmekeşliğine daldım çaresiz. adımlarım acelesiz ve yorgun...
aklım trende.

bu günüde bitiriyorum sanırım. teren binemesemde, şehrin bütün toplu taşıma araçlarını kullanmış olarak eve gidiyorum...
hoşçakal şakacı kedi.

12 Kasım 2009 Perşembe

gitmek...

yarın berbat bir cuma beni bekliyor, sabah ve öğlen iki toplantıya katılıcam. toplantı sonucunda hayatımı bi süreliğine etkileyecek kararlar çıkabilir bu yüzden gerginlik hat safhada.
bu günlerde tedirginim. çok huzursuzum. ama öyle can sıkıntısından değil, bişeyler olacak, yada oluyor ve bana zarar verecek biliyorum.

içimde şiddetli bir şekilde çekip gitme isteği var. kimsenin beni bulamayacağı, tanmayacağı bir yerlere sadece iki pantolon bi kazakla çekip gitmek istiyorum.

Genel sevgisizlik intiharı! Yok Artık!

Çorumda yaşanan bir intihar "Yok Artık!" dedirtti.
Lise ögrencisi C.S telefon rehberinde kayıtlı tüm numaralara çagrı bıraktı vee iki saat geçtigi halde kimse çagrı atmadı, geri dönmedi.. " Kimse beni sevmiyor " diyerek intar etti. Tüm çabalara ragmen kurtarılamadı. Olayın ardından C.S nin telefonunu inceleyen polisler numarasının gizli olduğunu tespit etti.

izdivaç programlarından inciler;)


izdivaç programlarından inciler;)

-bana bakabilecek her erkekle birlikte olurum.
(bana bakabilecek herhangi bir erkekle evlenebilirim demek istiyor sanırsam, tabi bu benim iyi niyetim)
*
-k: eviniz var mı?
-e: emlakçı mısınız?
-k:hönk!
*
-80 yaşındayım, emekli maaşım evim ve çiftliğim, bankada hesabım var. mala mülke önem vermeyen bi bayanla evlenmek istiyorum.
(ah be dede 80 yaşındasın, malına mülküne önem vermeyen seni naapsın :)
*
-çocuklarıma amcalık yapacak bi baba istiyorum!
(nasıl yani?)
*
-20 yaşındayım, 2 evlilik yaptım, 1 çocuğum var, kendine güvenen olgun bir beyle evlenmek istiyorum!
(yorumsuz)
*
-yurtdışına çıkmamı sağlayacak, yurtdışında yaşayan bir bayanla evlenmek istiyorum!
(açık sözlülüğünde bu kadarı)
*
-aradığım bayanın özellikleri, balık etli, beyaz tenli sarışın mavi gözlü bakımlı olmalı!
(insan olmasına gerek yok tabi)
*

Melek

8 Kasım 2009 Pazar

hayat devam ediyor - muş,

kendimi kaybedip kaybedip yeniden bulmaların arasında geçen zamanda ne kadar ağır yüklerin altında kalsamda, bir şekilde "hayat devam ediyor" cümlesinin samimiyetsizliğiyle yeniden burdayım. artık canımı acıtanlar yok hayatımda. herşey gibi sıradanlaşan hissizleşen kalbime şaşırmıyorum epeydir. yeni bir kimlik bulmuş gibi, emanet bir elbisenin üzerime yakışması gibi... olması gerektiği gibi olmasada bi çok şey, bıraktığımız gibi beklemesede geride kalanlar, zamana yenik düşmemek için görmezden gelinen sineye çekilen yaşanmışlıklarla bitmek bilmeyen büyüme macerasındayım hala....

2 Eylül 2009 Çarşamba

hiç.

yine hayatımın kayıp bi kaç gününü geride bırakarak yazmak istedim. bazen hepimize oluyor işte bu kilitlenme durumu. inat ediyorum kendi kendime yazmıyorum. şu son 20 gündür kocaman bir hiçliğin içinde o kadar çok şey yaşadımki yazmak eziyet geldi. birşeyler düzelmedi ama sanırım kilitlerim açıldı. hala evdeyim. uzun süredir kimseyle görüşmüyorum iyice kabuğuma çekildim. arada sırada birileri gelip gidiyor, kuzenler takılıyor ama kimse ruhumu yeniden yapılandırmama yardımcı olmuyor. bu mutsuzluk anlatılır gibi değil, bu yüzden de yazılabilir bi durum olamadı.
bunun yanında güzel gelişmeler de yok değil aslında;
kankam master mülakatlarını geçip siyasalı kazandı
mayıs ayında evlenen kuzenim hamile
fenerbahçe ligde iyi gidiyor
sonbahar yağmurları başladı vs. bu kadar işte.

dün majesteleri istanbul'a gelmiş. taksimdeymiş üstelik. bende taksimdeydim ama beni aramadan yarım saat önce. gece tekrar izmire döneceğini söyledi. görüşemedik velhasıl. üzüldüm ve ne yalan söyleyeyim kırıldımda. sen kalk istanbula gel gitmeden bi kaç saat önce beni ara? üstelik ben onun tatil dönüşünde izmire gitmeyi planlarken. şimdi bende izmire gidip bi süre kalıp gitmeden bi kaç saat önce mi aramalıyım? bilmiyorum geçerli sebepleri vardır mutlaka heralde, -vardır dimi majesteleri?

geceleri sabahlara kadar oturup gün aydığında uyumalara başladım yine, akşam 7 gibi dışarı çıkıcam, yarın evo nun doğum günü. gece tam 12 de bebek sahilinde olmalıyız.mısır yemeliyiz. arabada eski günlerden bahsedip radyoda çıkan şarkılardan fal tutmalıyız. sonra dolmabahçede güneşin doğuşunu izlerken kaşarlı tost yiyip çay içmeliyiz. bla bla.
geçen seneki doğum gününde onu çok kırmıştım, bu sene telafi etmeliyim. dört sene önce bana doğum günümde aldığı puzzle a dokunmamıştım bile. şimdi o puzzle ı tamamladım hediye olarak.
duş alıp hazırlanıp çıkıcam. bu gece eve dönmem saırım. yarından itibaren yazarım yine. şimdilik bana müsade.

11 Ağustos 2009 Salı

saçmalamaca

  • delirmiş gibi kavun yiyorum bu ara. patlayana kadar hemde. 
  • çaktırmıyorum ama saçlarımı çok özlüyorum. aynaya bakmak bile gelmiyor içimden :(
  • bu gün evo gelip beni aldı. motorla beşiktaşa gittik kahvaltıya. süper bi yolculuktu. rüzgarla dalga geçtim resmen. çığlık çığlığa.
  • hafta sonu cumadan 3 günlüğüne şile'ye gitmeye karar verdik. hemde motosikletle :) nehir kenarında 3 gün boyunca kavun yiyip kitap okuyup fotoğraf çekip uyumak istiyorum :)
  • bu gün kulağımda telefonla konuşurken bi yandan da çantamda ne arıyordum bilin bakalım? tabiki telefonumu!
  • biri bana erkeklerin tavlada her yenilmesinin arkasından neden? "aslında oyunu ben verdim" edasına büründüklerini açıklasın lütfen. başta babam!
  • bu akşam full trance dinledim. deliriyorum.
  • sigarayı bıraksam, sigara beni bıraksa ayrılık bize yakışsa.. diyorum hani...
  • hayatım kontrolden çıkmak üzere gibi bir his var içimde
  • sanırım artık rapunzellliği bir kenara bırakıp kleopatra olmanın zamanı geldi
  • içimdeki bu iki kahramandan biri kaybedecek
  •  
  •  
  • boşluk doldurmaca
  • sıkılmaca
  • uyuyamamaca
  • içmece
  • yazmaca
  • kazmaca
  • gitmece
  • kalmaca
  • görmece
  • görememece
  • saçmalamaca
  • saçmalamaca
  • saçmalamaca
  • saç
  • saçç
  • saçlarım yok!

Ha Gayret

Şimdi öyle uzakki geldiğim yollar, yanlış bir öyküdeyim beni yeniden yaz...

Ha gayret güzelim gayret...

D.S.S

öylesine

yeni uyandım, kahvaltı ettim. gibi. birazdan hazırlanıp çıkacağım. nereye gideceğim bilmiyorum. ne yapacağımı bilmiyorum. kocaman bir günde beni neler bekliyor olacak bilmiyorum. her gün yeni bi tünele giriyorum. evdekilere hala yalan söylüyorum. yenilgimi onlara itiraf edemedim hala. dayanamadım istifa ettim demek zor geliyor. off bu duruma ne kadar katlanabilirim onuda bilmiyorum.  hava kapalı istanbul'da. sanırım sonbahar sabırsızlanıyor.  hala umudum var gibi. bi sürprizle karşılaşmak ertesi gün bambaşka bir sabah uyanmak gibi. öyle işte. ben gider...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Zaman Alevi

Saman alevi gibi sevip, saman alevi gibi terk edenleri, Saman alevi gibi unutarak cezalandırmayı; Zaman alevinden öğrendi....
-Cüneyt Ergün-

9 Ağustos 2009 Pazar

Cem Adrian - Nereye Gidiyorsun | İkilem Canlı Pe



Cem Adrian - Nereye Gidiyorsun | İkilem Canlı Performansı
Yükleyen turkdsgn. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Mükemmelsin Cem Adrian....


Çocuk…
Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak…
Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından…
Bakma yüzlerine hiç…
Görme onları…
Çocuk bu kez ağlama…
Bu kez git.
Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş…
Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının…
www.myvideomusicmp3.com
Kalbini, kendini sök yavaş yavaş…
Giderken bu kentten sakın ağlama sus…
Unut!
Ne yaptı sana!
Unut!
Ne söyledi!
Unut!
Ne varsa vazgeçtiğin…
Yüzünde korkularla…
İçinde çığlıklarla…
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla…
Kıymetsiz dualarla…
Utanmaz bir yağmurla…
Nereye gidiyorsun?
Yolları, duvarları geç yavaş yavaş…
Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını…
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş…
Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının…
Ve unut ne yaptı sana!
Unut neler anlattı!
Unut ne varsa vazgeçtiğin!
Yüzünde korkularla…
İçinde çığlıklarla…
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla…
Kıymetsiz dualarla…
Utanmaz bir yağmurla…
Nereye gidiyorsun?
Yüzünde korkularla…
İçinde çığlıklarla…
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla,
Kıymetsiz dualarla…
Utanmaz bir yağmurla…
Yine mi gidiyorsun?
Çocuk…
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği…
Ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı…
Çevir gökyüzüne başını…
Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte…
Hepsi bu.

Mim- Bir Demet Soru (başlığı Bekriya'dan çaldım bu mimin adı varmı bilemedim :) )




Bekriya'cım beni mimlemiş. Kendisine koskocaman sevgilerimle...
buyrun cevaplar;

Niçin blog yazarsınız?
içimi döküp rahatlamak için. yaşadıklarımı hissetiklerimi yazarken bazı şeylerin daha da bir farkına vardığım için, paylaştıklarımın tamamen tarafsız ve samimi gözlerle okunduğunu bilmek keyifli.
Son zamanlarda hiç vakit ayıramadığınız bir uğraşınız?
Puzzle, Fotoğraf
Şu an için imkanınız olsa gerçekleştireceğiniz hayaliniz nedir?
Başdöndürücü bi soru, düşündüm ve yoruldum. O kadar çok gerçekleşmeyi bekleyen hayal varki:(
Hayatınızda "iyiki yapmışım" dediğiniz üç şey nedir?
1-Birkeresinde evliliğin eşiğinden dönmüştüm. Şu an düşünüyorumda kesinlikle iyikide dönmüşüm
2-İyikide ailemin yanına geri dönmüşüm.
3-Ne kadar zorda olsa yaşadığım tüm acılar için beni ben yaptıkları için iyikide yaşamışım, korkmamışım.
Mutfakta en svdiğiniz uğraş?
Tabikide mutfağa ait bir bölüm olan balkonda kahve içmek :) mutfak işlerinden hoşlandığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz:)
En sevdiğiniz üç yemek?
1-Patlıcanla yapılan her yemek
2-Mantı
3- Karpuz peynir:)
Giyim konusunda abarttığınız eşya?
Spor ayakkabı ve tshort
Çocuklarınıza nasıl hitap edersiniz?
Bu soruyu pas geçiyorum.
Sizi anlatan bir resim?
Yazının başına ekledim.


Bu mim'i Böcek'e paslıyorum :)

5 Ağustos 2009 Çarşamba

saçlarımı kestim / işsizim

notlar halinde yazıyorum başka türlü toparlamam zor;

  • ben artık rapunzel değilim, yani hala deliyim ama saçlarım yok kulaklarımın hizasına çekti. deliyiz dedikya, gittim kuaföre vur dedim makası allah ne verdiyse kesti götürdü. aldı saçlarımı dikkatlice koytu bi kutuya. herkes "satsaydın keşke" dedi. zoruma gitti lan. organ satmak gibi, "organ satılmaz bağışlanır" dedim. bağışladım gitti. allah beni bildiği gibi yapsın e,mi? e.
  • ve sonunda istifa ettim. bu gün. özgürmüyüm neyim. kabus dolu kocaman bir 7 ay geçmiş ömrümden. omuzlarımdan filler uçuştu bi anda istifa dilekçemi imzalarken. ama ağladım. nazlı'da ağladı. bir tek ona ağladım zaten, onu o cehennemde artık dostsuz, arkadaşsız bıraktığım için.
  • işten ayrıldığımı evdekilere henüz söylemedim. gece vardiyasına geçtiğimi söyledim. böylelikle gündüzleri evde geceleride nerde bulursam orada geçiricem bi süre mecburen. şimdilik bu kadar artık yazmaya çok vaktim olacak nasılsa, işsiz özgür ve mutluyum ve mütemadiyende sarhoş:) allah beni bildiği gibi yapsın e mi.

2 Ağustos 2009 Pazar

ah umurunda mı sandın bu dünya ah neşesi yeter ....

*yine alkol gasp etti ruhumu... dün gece taksimde sokak arası bir barda bardaktan boşanır halde yağan yağmurun altında elbisesini savura savura dans edip içen benden başka kaç tane deli vardır acep?
*bütün direnişime rağmen, şiddetle doktora gitmem gerektiği önerilerini dinledim. doktora gittim. tahmin ettiğim gibi depresan ilaçlar verdi. kullanıyorum şimdi, herkesin gözü üstümde, tepkilerim mercek altında, daha da kötüsü tepkisizliklerim! komik :)
halbuki alkol bana yeterliydi ilaca ihtiyacım olduğunu nerden uyduruyorlar anlamıyorum. ilacı içtikten sonra etrafa bön ve boş gözlerle bakmam sadece çevreme iyi gelecek sanırım. tek faydası hiç birşeye sinirlenmiyorum. kim ne derse desin "he" deyip geçiyorum.
*falcıya gittim geçenlerde kahve falı baktı bi kadın. nerdeyse dövecek diye korktum, çok duygusalmışım, çok vericiymişim, çok ağlakmışım. artık kendime gelmeliymişim. 28 yaşında ağır bi hastalık geçirecekmişim. bu sene 9. ayda hayatıma biri girecekmiş. Şu anki işim uzun bi süre daha devam edecekmiş(aq), akrep ve yengeç burçlarına dikkat edecekmişim fln fln.

falcılara bilem gitmişim halim duman, haa kahvesi güzeldi ama..
duman demişken, bu şarkıyıda kendime ithaf edemeden geçemeyeceğim;

yarışmadı
yenilmedi
açık seçik sizle oynamadı
gerilmedi

sanılmasın yine basmış onu bulantılar
yanılmasın öyle dalga geçen
yabancılar

ah eğleniyor kendi başına
ah neşesi yeter
ah umurunda mı sandın bu dünya
ah neşesi yeter

konuşmadı
hiç duymadı
açık seçik sizle takılmadı
daralmadı

ah eğleniyor kendi başına
ah neşesi yeter
ah umurunda mı sandın bu dünya
ah neşesi yeter

21 Temmuz 2009 Salı

Zurnanın "zurt" dediği günler.....

Bahsettiğim fırtına öncesi sessizlik kendini gösterdi. Sandığım kadar uzun sürmedi gelip beni bulması. İşyerinde ki çalkantılı dönemim hala devam ederken, hakkımda usuülsüzlük raporu çıkartıldı. Bize verilen günlük mola hakkımı usulsüz yollardan program üzerinden farkedilmeyecek şekilde fazladan kullanmışım. Tam tamına 9 saat açığım gözüküyor. Kullandığımız program üzerinden rapor çıkartılmış.

Cuma akşamı, şefime insan kaynaklarından bir telefon geldi. Mesaimin bitmesine yaklaşık bir saat vardı. Merakla insan kaynaklarına indim şefle birlikte. “Neler oluyor? Bilgin var mı?” diye sordum. Hiç bir cevap vermedi. İnsan kaynaklarına indiğimizde by.cenin sevimsiz bir şekilde gözlüklerinin altından bakarak hal hatır sordu. Bir an önce konuya girmek istedim. Sanırım işten çıkartılıyordum. Şefle ilgili yaşadığımız sorunları geçtiğimiz haftalarda proje müdürümüz ile paylaşmıştım. O da ikimizin arasında hakem olup sorunlarımızı gidereceğimizi söylemişti. Ve hemen ardından benim şikayetlerimi şefle konuşmuştu. Bu konuşmaların arasından bir hafta kadar bir zaman geçmişti. Şef benimle eskisi gibi uğraşmıyordu. Sakin bi bir hafta geçirmiştik. Derken hiç beklemediğim bir şekilde usülsüzlük yaptığıma dair hakkımda rapor çıkartılmıştı. Bilgi işlem departmanı ile pek bir muhabbetim yada aramızda iyi bir elektriğimiz olduğu söylenemezdi. Şef ise onları çok sever aralarında sıkı muhabbetler olurdu. By.cenin’in bana uzattığı raporu şok ve gülümseyen ifadelerle inceledim. Yapmadığım bir suç ile ispatlayamayacağım bir şekilde suçlanıyordum. susmuştum. İçimden kaça kadar saymam gerektiğine dair bir fikrim yoktu. “bunu kesinlikle kabul etmiyorum, yapmadığıma dair bir ispat yolum varsa gösterin, ama bir bilgisayar programı ile nasıl başa çıkabileceğim hakkında hiç bir bilgim yok” her şey ayarlanmış, kılıfına uydurulmuş. Şefin yüzünde sinsi bir ifade vardı. Sanki amacına ulaşmış, “benim yapıcak bişeyim yok” der gibi bakıyordu. Hiç birşey hissetmiyordum o an. Sadece kötü insanların isteyipte olduramadığının olmadığı, insan yapımı bir bilgisayar programı ile yapılabilecek bir kaç tıklama sonucunda ortaya nasıl raporlar çıkartılabileceğini çok iyi biliyordum. “savunmanı yazmak için yarın akşam altıya kadar vaktin var” dedi by cenin. “söylemiş olduklarımdan farklı bir beyanda bulunamayacağım üzgünüm” dedim. “bakıcaz artık” diye cevap verdi. “peki” diyerek çıktım odadan. “savunma hah!” istifanın başka bir türlüsü. Yada kısaca bok atmanın. O akşam arkadaşım Tuna MFÖ konseri için bilet almıştı ikimize. İşyerinden Nazlı’da sevgilisiyle gitmek için aynı konsere bilet almışlar. Malum şirkette en iyi arkadaşım Nazlı olduğu için bütün gözler zaten ikimizin üzerindeydi. Akşam tesadüfi bir şekildeaynı konsere gidecek olmamız, bunun bir çeşit kimseye söylemeden kendi aramızda yapmış olduğumuz bir organizasyon olduğu düşünülmüştü. Çokta umrumuzda değildi açıkçası gayet neşeli bir şekilde haftanın son gününü tamamlayıp, çok sevdiğimiz bir grubun konserinde tesadüfen birlikte olacak olmamızın keyfini çıkartıyorduk. Ta ki ben insan kaynaklarından çağırılana kadar. Nazlı şimdiye kadar ikimiz üzerinde dönen oyunlar yüzünden oldukça gergindi. İçeri girdiğimde yüzünden alevler fışkırıyordu, ne olduğunu bilmiyordu ama kötü bişeylerin olduğunu hissetmiş gibi yüzüme baktı.

“sonunda istediklerini yaptılar dimi?”Gözleri büyümüş benden bir cevap bekliyordu. Yukarı çıkarken geçirdiğim zaman içinde üzerime atılmaya çalışılan suçu daha iyi algılamış gibiydim ki sinirlendiğimi hissediyordum. Sadece Nazlı değil gruptaki herkes meraktaydı. Altı kişinin çalıştığı kocaman masaya, usülsüzlük raporumu usülsüzce fırlattım. Mesai bitimine yarım saat kalmıştı. Çalışacak durumda değildim. “benim hesabıma yarım saat yaz” dedim şefe emir kipinde. Kafamın içinde bişeyler çıldırmış gibiydi ama ne yüzümde ne de vücudumda tepkimeye uğrayan bir belirti yoktu. Bilgisayarımın başına geçip düşünmeye başladım. Buradan çıktığımda sadece konsere ve arkadaşlarıma odaklanıp bu geceyi kimseye zehir etmeyecektim. Tuna ile konser öncesi yemek yedik, ona olanları anlattım. Hemen hemen aynı işi yapıyoruz, o da benim gibi yöneticileriyle problemli biri olarak uzun uzun konuştuk yaşadığımız sıkıntılar hakkında. Karmaşık bir akşamdı. MFÖ Kuruçeşme’de “mazeretim vaaar asabiyim ben” diye bağırırken bende derinden gelen bed sesimle eşlik ettim içtenlikle. Tabi o stresle geceyi Kuruçeşme’de bitiremezdik. Hazır boğaz havasınıda almışken, bütün sahili beşiktaşa kadar yürüdük, onikiyi geçiyordu Taksim’deydik. Her zamanki mekanımıza gittik. Ara sokak’ta oturduk. Programda bizim sevdiğimiz gitarcı vardı. Adını bir türlü bilmediğimiz, “hani Yaşar Kurt gibi söyleyen çocuk” diye tanımladığımız J garsonun birayı masaya koymasıyla birlikte benim bardağı kafama dikip kocaman yudumlarla içmem bir oldu. Soğuk ve tahatlatıcı. Derken gitarcı çocuk telleri koparttı. Tam karşısındaki masada oturuyorduk, sırtımızı duvara vermiş küçük masalarda şarkılara eşlik ediyorduk. Bir kaç bira ardından, gitarcı çocuk hislerimi anlamışcasına “mikrofonu almak isteyen varsa gelsin” dedi. Alkolünde etkisiyle gidip yanındaki sandalyeye oturdum.”hangi şarkıyı söylemek istersin?” diye sordu. Nedense böyle sorulduğunda ilk aklıma gelmesi gereken şarkı Teoman’ın Kupa Kızı isimli parçası oluyor. “kupa kızı” dedim çakırkeyif gülümseyerek, önce mekanda ki masalara sonra sesimin duyulacağı İstiklal’e, sonrada Tuna’nın gözlerine bakıp girdim şarkıya. Çok güzel söylemediğim kesindi ama yüzümden ve ifademden sanırım güçlü bir alkışa ihtiyacım olduğunu, bu kadarcık sevgi gösterisini hakettiğimi düşündü mekandakiler ve alkışlar koptu o küçük ara sokakta. İşte mutluluk bu kadardı, bu kadar kolay, anlaşılır ve yakındı ihtiyacım olan. Gece yarısı bi ara sokak bar da çok sevdiği ve sadece kendisine armağan ettiği şarkıyı söyleyip, duyduğu alkışlardan mutlu olan bir kız için bu kadar keder çok değilmiydi?

Gece yarısı üç gibi eve geldim, babam balkonda oturuyordu. Sarhoştum. Hiç konuşmadı, hiç bişey sormadı. Gece bitipte el ayak çekildiğinde alkışlardan kopunca, eve gelip yatağa uzandığımda anladımki üzerime bir cinayetin suçunu yüklemişlerdi sanki. Cumartesi çalışacağım için fazla düşünmeden uyumaya çalıştım. Bir kaç saatlik uyku ile idare edebilirdim her zamanki gibi. Sabah kalıp hazırlandım. Nedense bir güzellik vardı üzerimde. Sade ama bir masaldan kaçmış gibi. Evet evet, uzun saçlarım başka bir güzeldi, sanırım dönem dönem gerçek bir rapunzel olabiliyordum. Ama delirmiş olanından!

Nazlı bu Cumartesi yoktu. Diğerleri ise çekilmezdi. Üstelik son günlerde hepsi şefin emrindeydi. Öğleden sonra savunmamı yazdım. Aslında bunu yazmayı düşünmüyordum. Onca yıllık iş hayatımdaki ilk yazılı savunmamdı bu. Üstelik yapmadığım bir usülsüzlükle suçlanırken. Fikir İşçiliği (gezetecelik) yaparken bile buna mecbur kalmamıştım. Akşam üzerine doğru çıkmadan çnce İk’na gittim. By cenin odasındaydı. Savunmamı imzalak üzere okuması için teslim ettim. Sinirlerim bozulmuş bir ifade ile gergin ama sırıtan çenemle dik dik bakıyordum. “istersen bu savunmanı değiştirebiliriz, sen suçunu kabul et, bizde uzatmayalım seni anlayışla karşılayabiliriz” dedi. Duyduklarıma inanamıyordum. “şu an bütün iddialarınızı kabul etmememe rağmen önüme sunulmuş bu rapor bana uygulanacak hiç bir yaptırım kadar yıpratıcı olamaz, siz bazı hataları anlayışla karşılayabilirsiniz fakat işlemediğim bir suçu kebul edebilmeyi de ben anlayamıyorum, gereken neyse yapılsın ben çok sıkıldım, sizde kurtulun bende ”dedim. Bunun karşılığında o yüzünü iyice sersemleştiren gözlüklerinin içinden yüzüme baktı. Hiç birşey demedi. Savunmamı imzaladım ve odaya döndüm. Çantamı alıp terasa çıktım. Bizim projenin dışında diğer projelerden arkadaşlarım oturmuş çay içiyorlardı. Biri Serkan, diğeri de Serkan’ın şefi Leman ve tanımadığım bir kaç kişi daha vardı. Serkan sıkıntılarımı biliyordu, molalarda terasta karşılaştıkça sohbet ederiz sık sık. masada da sohbet koyulaştı bu arada giderek kalabalıklaştık tabi. Masadakiler cumartesi mesaisini tamamlamış kişler olduğu için uzun bi vakit geçirdik. Nedense masadakilerin ortak düşüncesi yanlış insanlarla yanlış projede olduğum düşüncesiydi. Benimse tek düşüncem tamamiyle yanlış bi sektörde yanlış bi işte olduğumdu en başından beri. İşlerden, projelerden, kitaplardan, filmlerden, ilişkilerden epey bi konuştuk. Bıraksak bütün bir cumartesiyi orada geçirebilirdik sohbet ederek. Hava kararmak üzereydi dağıldık. Çıkışta Pio ile buluştuk yemek yedik. İstinye sahilinde dolaştık biraz sonra beni eve bıraktı. Eve geldiğimde oldukça yorgun ve gergindim, hiç bir yere sığamamak zor iş vesselam. Pazar gününüde bütün gün evde geçirerek tamamlamış oldum. Ve pazartesi sabahı, hiç bir şey olmamış gibi davranmak oldukça zordu. İk'dan savunmama henüz bir cevap çıkmamıştı. By cenin'le bir daha görüşmedim. İK müdürü ile görüşmek istedim ama müsait olmadığını söyleterek geri çevirmişti. akşama doğru şefin sorun çıkartma saati gelmişti. Bu defa da işlem kayıtlarımı incelemeye almıştı, kendince bulduğu hatalarımı sıralamış ve önüme koymuştu. Hiç tartışmaya girecek gücüm yoktu. Ne olacaksa olsunlardaydım artık ve pazartesi gerginliğinin de ardından istifayı kafama koyarak eve geldim. Bu sabah rutin sabah istişaremizi yapmak için yine molaya çıkıp durumumuzu masaya yatırdık. Sabah gelir gelmez istifamı yazmıştım. Şefe istifa etmek istediğimi söyledim. Tam da beklediğim tepkileri vermeye başlamıştı. "ben seni kaybetmek istemiyorum, istifa çözüm değil bence sakin kafayla düşünemiyorsun." delirmiş gibi haykırmaya başladım, "ben kaybedilecek duruma gelip, kazanılmak içinde senin vicdanına kalmadım, bu kadarı bana fazla yapmadığım şeylerle beni suçlayıp sonrada beni sözde kazanmaya çalışarak islah edilmeye çalışılan onyedi yaş sendromlu ergen muamelesi yapamazsınız" etrafta kimse yoktu. söylediklerimi hiç duymamışcasına "istifanı kabul etmiyorum, önümüze bakıcaz bundan sonrasını düzeltmek için" diyerek sigarasını söndürüp odaya geçti. Hala ne yapmaya çalıştığını anlayamaıyorum ve çok fazla sıkıldım artık. Zaten bu işi sevmiyorum ve böyle aptal saptal insanlarla yeterince yıpranmış ruhumu daha fazla sıkmaya hiç niyetim yoktu. Kocaman bir günü yine gözüm saatte akşam olmasını bekleyerek, istifamın ardından planladığım tatili hayal ederek geçirdim. Önümüzdeki günlerin de bol sürprizli ve stresli geçeceği kesin. Bir kaç gün daha olacaklara bakıp istifamı imzalayıp, alıp çantamı sırtıma basıp gitmek var aklımda...

Gitmek....

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Dün, bugün, yarın....

Hayatım tuhaf bi şekilde devam ediyor. İşe gidiyorum eve geliyorum, insanlarla sohbet ediyorum. Eskisi gibi gece dışarı çıkmıyorum. Alkolden de epey bi uzağım. Ailemle daha çok vakit geçiriyorum. Akşamları yemekten sonra babamla uzun sohbetler ediyoruz annemin balkona kurduğu yemek masasında, havadan sudan işlerden gündelik gelişmelerden konuşuyoruz. Ne mutluluğa ne de mutsuzluğuma dair bir belirti yok. Herşey sıradan, herşey olması gerektiğinden daha da durağan. İşyerinde müşterilerle yaşadığım stres haricinde kafamı yoran başka birşey yok. Bir de borçlarım tabi. Kitap okuyorum yoğun bir şekilde. Akşamları babamla yaptığımız sohbetlerin ardından odama çekilip yüzlerce sayfanın arasında kayboluyorum. Okuduğum hayatlara karışıp kendime fantastik dünyalar kuruyorum. Kahramanlarım oluyor, onları düşünüyorum. Onların gerçekte yaşadıklarına inandırıyorum kendimi, yaşadıkları aşklara imrenip onların yerinde olmak için neler verebileceğimi düşünüyorum. Sonrası malum. Geçmişi düşünüyorum, Harun’dan ayrıldıktan sonrası ve öncesini. Hayatımda hiç bişey değişmedi. Hiç birşeyi unutmadım, hatırladıklarımsa çok yabancı birine özlem duymama sebep oluyor. Evet kafam çok rahat ve hayatım olması gerekenden oldukça durağan dedim. Harun’u ve onunla geçmiş zamanı, anıları düşünmek beni rahatsız etmiyor. Acı diyemeyeceğim ama içimde henüz neye benzediğine karar veremediğim bi duygu var. Sanki daha önce hiç varolmamış bir duygu bu. Adını bilmiyorum. Bu duygu Harun’u ortadan ikiye bölmeme sebep olmuş bilinçsizce. Bir yarısı çok sevdiğim beni çok seven, asla ihanet etmeyeceğini sandığım, daha önce hayatıma giren hiç bir erkekte hissetmediğim aidiyet duygusunu bana yaşatan, kokusunda huzur bulduğum, uykumda bile sevdiğim adam, diğer yarısı ise beni yaptığı acıtasyonlarla, sırf benim daha mutlu olmam için sahte gözyaşlarıyla ağlayarak ayrılmamız gerektiğini söyleyerek, onca yalvarmalarıma rağmen beni acımasızca terk eden, asıl sebebinin en yakın arkadaşının sevgilisi ile beni aldatıyor olduğunu çok sonradan öğrendiğim aşşalık iki yüzlü aç gözlü karaktersiz bi insan. Bu iki varlığı bir türlü yanyana bir bütün halinde canlandıramıyorum gözümde. Ama ikisi de o kadar gerçek ki, nefret bile etmeyecek kadar sıfatsızlaştırıyorum onu. ne yazıkki bu duygu beni yoruyor. Hemde çok. Arkadaşlar arasında konusu geçtiğinde ondan iki tane varmış gibi konuşuyorum farkında olmadan, dengesiz duygularım bir çoğunu endişelendiriyor.



Son zamanlarda beni bir tuhaflığın beklediğini hissediyorum. Fırtına öncesi bu sessizlik bana bir şekilde geri dönecek gibi...

10 Temmuz 2009 Cuma

Cuma sabahı...

Bu sabah güne güzel başlamak istedim. Sabah biraz geç kalksamda annemin yoğun çabalarıyla uyandım. Kahvaltımı ettim. Dağınık odamda etrafa saçılmış kıyafetlerime uzun uzun baktım. Bir süredir giymediğim siyah keten pantolonumu ve üzerinede krem rengi bir yüzücü giydim. Hafif bir makyaj yapıp kokularımı sürüp çıktım evden. Tam kapıdan çıktım bir kat merdiveni indim babam seslendi arkamdan, aşağıdan bende ona seslendim, “geç kalıyorum baba buradan söyle..” dedim. “Yukarı çık biraz” dedi. Homurdanarak çıktım merdivenleri. “ ne oldu baba” dedim. “neden hoşçakal demeden gidiyorsun” dedi beni süzerek hatta ben merdivenlerin tamamını çıkmadığım için beni görebilene kadar evden dışarı çıktı. Şaşırdım ve ürperdim. Ben çok nadir evden çıkarken hoşçakalın derdim, en azından babama. Ne söyleyişimde ne de söylemeyişimde bir anlam olmadı şimdiye kadar. Özellikle değildi yani, yada bir alışkanlık değildi. Gereksiz yere sinir yaptım, homurdandım. “tamam kızım, tamam” dedi ve içeri girdi. Bu defa hem ona hem kendime kızdım. Onun durup dururken yaptığı alınganlık ve benimde fevri tepkim sabah sabah canımı sıkmıştı. Zaman ve hayat onu böyle yapmıştı. Parmaklarının kesilmesinden sonra işleri eskisi gibi yolunda gitmedi. Babam sanatkar adamdı. İşinden aldığı zevki ve kazandığı ekmeği sanatındaydı. Emekli oldu. 48 yaşındaydı ve emekli olduğu gün bütün gençliğini kaybetmişti. Kendini evde oturan işe yaramaz bir ihtiyar gibi hissetmeye başladığını düşünüyordum. Onun için bişeyler yapmalıydım. Bu akşam arkadaşlarla taksime gitmeyi planlıyordum ama iptal edip, babamla tavla turnuvası yapmak daha keyifli geldi. Hem onu hemde kendimi mutlu edebilirim böylelikle. Yaşım ilerledikçe yer değiştirmeye başlıyoruz galiba. Evin tek çocuğu olmanın, sanılanın aksine ne kadar sorumluluk ve olgunluk istediğinin hep bilincindeydim ve bu da benim, onların evin çocuğu benimse bir ebeveyn gibi hareket etmemi gerektiriyordu. Bu düşüncelerle işe geldim. Eşyalarımı masama bırakarak terasa çıktım. Kızlar çay içiyordu. Şirkette aktivitesi bol bir terasımız var. Çeşitli oyunların, yer minderi ve armut koltukların bulundğu ve çardak altında istirahat etmemiz için aynı zamanda boş vakitlerimizde kitap okuyabileceğimiz bir alana sahibiz. Bu yüzden işe başlamadan motivasyonumuzu dengeleyebilmek için mesai sattimizden en az yarım saat erken gelmemiz gerekiyor. benimde 20 dakika gibi bir sürem vardı. Odaya girdiğimde herkes dışarı çıkmış bir tek Nazlı beni bekliyordu. Ekip içerisinde bir tek birbirimizle anlaşıyorduk, çıldırtan dedikodular, hasetlikler ve kıskançlıkların karşısında dayanışabiliyorduk. İş yerindeki en yakın arkadaşım diyebilirim onun için. Terasta çayımızı içtikten sonra odamıza döndüğümüzde masamda bir paket buldum. Kısa bi an içinde aklımdan bir sürü şey geçmişti. Bu ayın performans birincisi değildim ve takım liderimiz asla böyle bir jest yapmazdı. Paketi elime alır almaz gözlerimi Nazlı’ya çevirdim refleks halinde. Gülümsediğini gördüm. Paketi açtım. İçinden çok güzel bir Fenerbahçe kalemliği çıktı. İnanılmaz derecede mutlu oldum. Bütün gözler üzerimizde ve sıkıntılı bir sessizlik oldu odada. Sesimizdeki dostluğun ve yüzümüzdeki gülümseyişimiz kıskanç bakışların hapsindeydi. Koşarak yanına gittim ve sarılıp teşekkür ettim. İğreti çalıştığım bu işte şimdiye kadar hiç bu kadar mutlu olduğumu ve biri tarafından sahiplenildiğimi hatırlamadığımı düşündüm. Hediye seçerken sıradan bir kalemlikte alabilirdi, değeri önemli değildi, tuttuğum takıma ne kadar önem verdiğimi düşünmüş ve özellikli bir hediye olmasıda çok daha anlamlı kılmıştı bunu.
Yaklaşık bir saatin içinde işten kaytararak ara ara bu satırları tamamlamaya çalıştım. Yazmak istediğim, paylaşmak istediğim daha çok şey var ama zamanım yok ne yazıkki, ve malesef hep bu kıt zamanlarda geliyor içimdeki bu yazma isteği..
Öpito;)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

bak bebeğim, annen seni unutmadı, unutmayacak...

Kimsenin neler hissettiğimi bilmediği, bilmeyeceği o günlerin yıl dönümündeyim. Biliyorum bebeğim bir gün seninle yüzyüze gelceğiz, o gün geldiğinde senin yaşama olan hakkını elinden aldığım için beni sorgulayacaksın. İçimdeydin ve ben gitmek zorunda olduğunu bile bile seninle gecelerce sohbet ettim. Minik bedenini, öpülesi ellerini ayaklarını sevdim hayalimde. Öyle güzel öyle masumdun ki, cinsiyetinin ne olabileceği konusunda hiç bir tahminim yoktu. Yüzün neye benzerdi, annen gibi simsiyah saçlarla mı doğardın? Kimbilir belki! Varlığın nasıl olurdu bilemedim ama kaderini bilmek çok acıydı. bir kaç gün sonra bir kürtaj masasında ayrılacağımızı ve senin başlamadığın bir hayatın kıyısından döneceğini çok iyi biliyorudum. Bunu yapmak zorundaydım, çümkü lanet olası hayatım böyle emretmişti bana. O hep eski filmlerde gördüğüm çocuğunu cami önüne bırakan anneler kadar çaresiz ama lanetli hissettim kendimi. bir kaç gün sonra atmosfer ile buluşamadan içimde verdiğin son nefeslerinin, tam bir yıl önce bu zamanlar içimde hayat bulduğun günlerini yaşıyorum. Gidişin benden çok şey götürdü bebeğim, bak annen seni unutmadı, unutmayacak... geceleri rüyamda görüyorum seni, hiç doğmadan, hiç büyümeden kalacaksın rüyalarımda. Öpülesi ellerini, yüzünü seveceğim. Kokunu hayal edeceğim ve her defasında ellerimi yumruk yaptığımda gözlerimden döküleceksin...