Pages

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Zaman Alevi

Saman alevi gibi sevip, saman alevi gibi terk edenleri, Saman alevi gibi unutarak cezalandırmayı; Zaman alevinden öğrendi....
-Cüneyt Ergün-

9 Ağustos 2009 Pazar

Cem Adrian - Nereye Gidiyorsun | İkilem Canlı Pe



Cem Adrian - Nereye Gidiyorsun | İkilem Canlı Performansı
Yükleyen turkdsgn. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Mükemmelsin Cem Adrian....


Çocuk…
Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak…
Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından…
Bakma yüzlerine hiç…
Görme onları…
Çocuk bu kez ağlama…
Bu kez git.
Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş…
Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının…
www.myvideomusicmp3.com
Kalbini, kendini sök yavaş yavaş…
Giderken bu kentten sakın ağlama sus…
Unut!
Ne yaptı sana!
Unut!
Ne söyledi!
Unut!
Ne varsa vazgeçtiğin…
Yüzünde korkularla…
İçinde çığlıklarla…
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla…
Kıymetsiz dualarla…
Utanmaz bir yağmurla…
Nereye gidiyorsun?
Yolları, duvarları geç yavaş yavaş…
Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını…
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş…
Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının…
Ve unut ne yaptı sana!
Unut neler anlattı!
Unut ne varsa vazgeçtiğin!
Yüzünde korkularla…
İçinde çığlıklarla…
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla…
Kıymetsiz dualarla…
Utanmaz bir yağmurla…
Nereye gidiyorsun?
Yüzünde korkularla…
İçinde çığlıklarla…
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla,
Kıymetsiz dualarla…
Utanmaz bir yağmurla…
Yine mi gidiyorsun?
Çocuk…
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği…
Ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı…
Çevir gökyüzüne başını…
Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte…
Hepsi bu.

Mim- Bir Demet Soru (başlığı Bekriya'dan çaldım bu mimin adı varmı bilemedim :) )




Bekriya'cım beni mimlemiş. Kendisine koskocaman sevgilerimle...
buyrun cevaplar;

Niçin blog yazarsınız?
içimi döküp rahatlamak için. yaşadıklarımı hissetiklerimi yazarken bazı şeylerin daha da bir farkına vardığım için, paylaştıklarımın tamamen tarafsız ve samimi gözlerle okunduğunu bilmek keyifli.
Son zamanlarda hiç vakit ayıramadığınız bir uğraşınız?
Puzzle, Fotoğraf
Şu an için imkanınız olsa gerçekleştireceğiniz hayaliniz nedir?
Başdöndürücü bi soru, düşündüm ve yoruldum. O kadar çok gerçekleşmeyi bekleyen hayal varki:(
Hayatınızda "iyiki yapmışım" dediğiniz üç şey nedir?
1-Birkeresinde evliliğin eşiğinden dönmüştüm. Şu an düşünüyorumda kesinlikle iyikide dönmüşüm
2-İyikide ailemin yanına geri dönmüşüm.
3-Ne kadar zorda olsa yaşadığım tüm acılar için beni ben yaptıkları için iyikide yaşamışım, korkmamışım.
Mutfakta en svdiğiniz uğraş?
Tabikide mutfağa ait bir bölüm olan balkonda kahve içmek :) mutfak işlerinden hoşlandığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz:)
En sevdiğiniz üç yemek?
1-Patlıcanla yapılan her yemek
2-Mantı
3- Karpuz peynir:)
Giyim konusunda abarttığınız eşya?
Spor ayakkabı ve tshort
Çocuklarınıza nasıl hitap edersiniz?
Bu soruyu pas geçiyorum.
Sizi anlatan bir resim?
Yazının başına ekledim.


Bu mim'i Böcek'e paslıyorum :)

5 Ağustos 2009 Çarşamba

saçlarımı kestim / işsizim

notlar halinde yazıyorum başka türlü toparlamam zor;

  • ben artık rapunzel değilim, yani hala deliyim ama saçlarım yok kulaklarımın hizasına çekti. deliyiz dedikya, gittim kuaföre vur dedim makası allah ne verdiyse kesti götürdü. aldı saçlarımı dikkatlice koytu bi kutuya. herkes "satsaydın keşke" dedi. zoruma gitti lan. organ satmak gibi, "organ satılmaz bağışlanır" dedim. bağışladım gitti. allah beni bildiği gibi yapsın e,mi? e.
  • ve sonunda istifa ettim. bu gün. özgürmüyüm neyim. kabus dolu kocaman bir 7 ay geçmiş ömrümden. omuzlarımdan filler uçuştu bi anda istifa dilekçemi imzalarken. ama ağladım. nazlı'da ağladı. bir tek ona ağladım zaten, onu o cehennemde artık dostsuz, arkadaşsız bıraktığım için.
  • işten ayrıldığımı evdekilere henüz söylemedim. gece vardiyasına geçtiğimi söyledim. böylelikle gündüzleri evde geceleride nerde bulursam orada geçiricem bi süre mecburen. şimdilik bu kadar artık yazmaya çok vaktim olacak nasılsa, işsiz özgür ve mutluyum ve mütemadiyende sarhoş:) allah beni bildiği gibi yapsın e mi.

2 Ağustos 2009 Pazar

ah umurunda mı sandın bu dünya ah neşesi yeter ....

*yine alkol gasp etti ruhumu... dün gece taksimde sokak arası bir barda bardaktan boşanır halde yağan yağmurun altında elbisesini savura savura dans edip içen benden başka kaç tane deli vardır acep?
*bütün direnişime rağmen, şiddetle doktora gitmem gerektiği önerilerini dinledim. doktora gittim. tahmin ettiğim gibi depresan ilaçlar verdi. kullanıyorum şimdi, herkesin gözü üstümde, tepkilerim mercek altında, daha da kötüsü tepkisizliklerim! komik :)
halbuki alkol bana yeterliydi ilaca ihtiyacım olduğunu nerden uyduruyorlar anlamıyorum. ilacı içtikten sonra etrafa bön ve boş gözlerle bakmam sadece çevreme iyi gelecek sanırım. tek faydası hiç birşeye sinirlenmiyorum. kim ne derse desin "he" deyip geçiyorum.
*falcıya gittim geçenlerde kahve falı baktı bi kadın. nerdeyse dövecek diye korktum, çok duygusalmışım, çok vericiymişim, çok ağlakmışım. artık kendime gelmeliymişim. 28 yaşında ağır bi hastalık geçirecekmişim. bu sene 9. ayda hayatıma biri girecekmiş. Şu anki işim uzun bi süre daha devam edecekmiş(aq), akrep ve yengeç burçlarına dikkat edecekmişim fln fln.

falcılara bilem gitmişim halim duman, haa kahvesi güzeldi ama..
duman demişken, bu şarkıyıda kendime ithaf edemeden geçemeyeceğim;

yarışmadı
yenilmedi
açık seçik sizle oynamadı
gerilmedi

sanılmasın yine basmış onu bulantılar
yanılmasın öyle dalga geçen
yabancılar

ah eğleniyor kendi başına
ah neşesi yeter
ah umurunda mı sandın bu dünya
ah neşesi yeter

konuşmadı
hiç duymadı
açık seçik sizle takılmadı
daralmadı

ah eğleniyor kendi başına
ah neşesi yeter
ah umurunda mı sandın bu dünya
ah neşesi yeter

21 Temmuz 2009 Salı

Zurnanın "zurt" dediği günler.....

Bahsettiğim fırtına öncesi sessizlik kendini gösterdi. Sandığım kadar uzun sürmedi gelip beni bulması. İşyerinde ki çalkantılı dönemim hala devam ederken, hakkımda usuülsüzlük raporu çıkartıldı. Bize verilen günlük mola hakkımı usulsüz yollardan program üzerinden farkedilmeyecek şekilde fazladan kullanmışım. Tam tamına 9 saat açığım gözüküyor. Kullandığımız program üzerinden rapor çıkartılmış.

Cuma akşamı, şefime insan kaynaklarından bir telefon geldi. Mesaimin bitmesine yaklaşık bir saat vardı. Merakla insan kaynaklarına indim şefle birlikte. “Neler oluyor? Bilgin var mı?” diye sordum. Hiç bir cevap vermedi. İnsan kaynaklarına indiğimizde by.cenin sevimsiz bir şekilde gözlüklerinin altından bakarak hal hatır sordu. Bir an önce konuya girmek istedim. Sanırım işten çıkartılıyordum. Şefle ilgili yaşadığımız sorunları geçtiğimiz haftalarda proje müdürümüz ile paylaşmıştım. O da ikimizin arasında hakem olup sorunlarımızı gidereceğimizi söylemişti. Ve hemen ardından benim şikayetlerimi şefle konuşmuştu. Bu konuşmaların arasından bir hafta kadar bir zaman geçmişti. Şef benimle eskisi gibi uğraşmıyordu. Sakin bi bir hafta geçirmiştik. Derken hiç beklemediğim bir şekilde usülsüzlük yaptığıma dair hakkımda rapor çıkartılmıştı. Bilgi işlem departmanı ile pek bir muhabbetim yada aramızda iyi bir elektriğimiz olduğu söylenemezdi. Şef ise onları çok sever aralarında sıkı muhabbetler olurdu. By.cenin’in bana uzattığı raporu şok ve gülümseyen ifadelerle inceledim. Yapmadığım bir suç ile ispatlayamayacağım bir şekilde suçlanıyordum. susmuştum. İçimden kaça kadar saymam gerektiğine dair bir fikrim yoktu. “bunu kesinlikle kabul etmiyorum, yapmadığıma dair bir ispat yolum varsa gösterin, ama bir bilgisayar programı ile nasıl başa çıkabileceğim hakkında hiç bir bilgim yok” her şey ayarlanmış, kılıfına uydurulmuş. Şefin yüzünde sinsi bir ifade vardı. Sanki amacına ulaşmış, “benim yapıcak bişeyim yok” der gibi bakıyordu. Hiç birşey hissetmiyordum o an. Sadece kötü insanların isteyipte olduramadığının olmadığı, insan yapımı bir bilgisayar programı ile yapılabilecek bir kaç tıklama sonucunda ortaya nasıl raporlar çıkartılabileceğini çok iyi biliyordum. “savunmanı yazmak için yarın akşam altıya kadar vaktin var” dedi by cenin. “söylemiş olduklarımdan farklı bir beyanda bulunamayacağım üzgünüm” dedim. “bakıcaz artık” diye cevap verdi. “peki” diyerek çıktım odadan. “savunma hah!” istifanın başka bir türlüsü. Yada kısaca bok atmanın. O akşam arkadaşım Tuna MFÖ konseri için bilet almıştı ikimize. İşyerinden Nazlı’da sevgilisiyle gitmek için aynı konsere bilet almışlar. Malum şirkette en iyi arkadaşım Nazlı olduğu için bütün gözler zaten ikimizin üzerindeydi. Akşam tesadüfi bir şekildeaynı konsere gidecek olmamız, bunun bir çeşit kimseye söylemeden kendi aramızda yapmış olduğumuz bir organizasyon olduğu düşünülmüştü. Çokta umrumuzda değildi açıkçası gayet neşeli bir şekilde haftanın son gününü tamamlayıp, çok sevdiğimiz bir grubun konserinde tesadüfen birlikte olacak olmamızın keyfini çıkartıyorduk. Ta ki ben insan kaynaklarından çağırılana kadar. Nazlı şimdiye kadar ikimiz üzerinde dönen oyunlar yüzünden oldukça gergindi. İçeri girdiğimde yüzünden alevler fışkırıyordu, ne olduğunu bilmiyordu ama kötü bişeylerin olduğunu hissetmiş gibi yüzüme baktı.

“sonunda istediklerini yaptılar dimi?”Gözleri büyümüş benden bir cevap bekliyordu. Yukarı çıkarken geçirdiğim zaman içinde üzerime atılmaya çalışılan suçu daha iyi algılamış gibiydim ki sinirlendiğimi hissediyordum. Sadece Nazlı değil gruptaki herkes meraktaydı. Altı kişinin çalıştığı kocaman masaya, usülsüzlük raporumu usülsüzce fırlattım. Mesai bitimine yarım saat kalmıştı. Çalışacak durumda değildim. “benim hesabıma yarım saat yaz” dedim şefe emir kipinde. Kafamın içinde bişeyler çıldırmış gibiydi ama ne yüzümde ne de vücudumda tepkimeye uğrayan bir belirti yoktu. Bilgisayarımın başına geçip düşünmeye başladım. Buradan çıktığımda sadece konsere ve arkadaşlarıma odaklanıp bu geceyi kimseye zehir etmeyecektim. Tuna ile konser öncesi yemek yedik, ona olanları anlattım. Hemen hemen aynı işi yapıyoruz, o da benim gibi yöneticileriyle problemli biri olarak uzun uzun konuştuk yaşadığımız sıkıntılar hakkında. Karmaşık bir akşamdı. MFÖ Kuruçeşme’de “mazeretim vaaar asabiyim ben” diye bağırırken bende derinden gelen bed sesimle eşlik ettim içtenlikle. Tabi o stresle geceyi Kuruçeşme’de bitiremezdik. Hazır boğaz havasınıda almışken, bütün sahili beşiktaşa kadar yürüdük, onikiyi geçiyordu Taksim’deydik. Her zamanki mekanımıza gittik. Ara sokak’ta oturduk. Programda bizim sevdiğimiz gitarcı vardı. Adını bir türlü bilmediğimiz, “hani Yaşar Kurt gibi söyleyen çocuk” diye tanımladığımız J garsonun birayı masaya koymasıyla birlikte benim bardağı kafama dikip kocaman yudumlarla içmem bir oldu. Soğuk ve tahatlatıcı. Derken gitarcı çocuk telleri koparttı. Tam karşısındaki masada oturuyorduk, sırtımızı duvara vermiş küçük masalarda şarkılara eşlik ediyorduk. Bir kaç bira ardından, gitarcı çocuk hislerimi anlamışcasına “mikrofonu almak isteyen varsa gelsin” dedi. Alkolünde etkisiyle gidip yanındaki sandalyeye oturdum.”hangi şarkıyı söylemek istersin?” diye sordu. Nedense böyle sorulduğunda ilk aklıma gelmesi gereken şarkı Teoman’ın Kupa Kızı isimli parçası oluyor. “kupa kızı” dedim çakırkeyif gülümseyerek, önce mekanda ki masalara sonra sesimin duyulacağı İstiklal’e, sonrada Tuna’nın gözlerine bakıp girdim şarkıya. Çok güzel söylemediğim kesindi ama yüzümden ve ifademden sanırım güçlü bir alkışa ihtiyacım olduğunu, bu kadarcık sevgi gösterisini hakettiğimi düşündü mekandakiler ve alkışlar koptu o küçük ara sokakta. İşte mutluluk bu kadardı, bu kadar kolay, anlaşılır ve yakındı ihtiyacım olan. Gece yarısı bi ara sokak bar da çok sevdiği ve sadece kendisine armağan ettiği şarkıyı söyleyip, duyduğu alkışlardan mutlu olan bir kız için bu kadar keder çok değilmiydi?

Gece yarısı üç gibi eve geldim, babam balkonda oturuyordu. Sarhoştum. Hiç konuşmadı, hiç bişey sormadı. Gece bitipte el ayak çekildiğinde alkışlardan kopunca, eve gelip yatağa uzandığımda anladımki üzerime bir cinayetin suçunu yüklemişlerdi sanki. Cumartesi çalışacağım için fazla düşünmeden uyumaya çalıştım. Bir kaç saatlik uyku ile idare edebilirdim her zamanki gibi. Sabah kalıp hazırlandım. Nedense bir güzellik vardı üzerimde. Sade ama bir masaldan kaçmış gibi. Evet evet, uzun saçlarım başka bir güzeldi, sanırım dönem dönem gerçek bir rapunzel olabiliyordum. Ama delirmiş olanından!

Nazlı bu Cumartesi yoktu. Diğerleri ise çekilmezdi. Üstelik son günlerde hepsi şefin emrindeydi. Öğleden sonra savunmamı yazdım. Aslında bunu yazmayı düşünmüyordum. Onca yıllık iş hayatımdaki ilk yazılı savunmamdı bu. Üstelik yapmadığım bir usülsüzlükle suçlanırken. Fikir İşçiliği (gezetecelik) yaparken bile buna mecbur kalmamıştım. Akşam üzerine doğru çıkmadan çnce İk’na gittim. By cenin odasındaydı. Savunmamı imzalak üzere okuması için teslim ettim. Sinirlerim bozulmuş bir ifade ile gergin ama sırıtan çenemle dik dik bakıyordum. “istersen bu savunmanı değiştirebiliriz, sen suçunu kabul et, bizde uzatmayalım seni anlayışla karşılayabiliriz” dedi. Duyduklarıma inanamıyordum. “şu an bütün iddialarınızı kabul etmememe rağmen önüme sunulmuş bu rapor bana uygulanacak hiç bir yaptırım kadar yıpratıcı olamaz, siz bazı hataları anlayışla karşılayabilirsiniz fakat işlemediğim bir suçu kebul edebilmeyi de ben anlayamıyorum, gereken neyse yapılsın ben çok sıkıldım, sizde kurtulun bende ”dedim. Bunun karşılığında o yüzünü iyice sersemleştiren gözlüklerinin içinden yüzüme baktı. Hiç birşey demedi. Savunmamı imzaladım ve odaya döndüm. Çantamı alıp terasa çıktım. Bizim projenin dışında diğer projelerden arkadaşlarım oturmuş çay içiyorlardı. Biri Serkan, diğeri de Serkan’ın şefi Leman ve tanımadığım bir kaç kişi daha vardı. Serkan sıkıntılarımı biliyordu, molalarda terasta karşılaştıkça sohbet ederiz sık sık. masada da sohbet koyulaştı bu arada giderek kalabalıklaştık tabi. Masadakiler cumartesi mesaisini tamamlamış kişler olduğu için uzun bi vakit geçirdik. Nedense masadakilerin ortak düşüncesi yanlış insanlarla yanlış projede olduğum düşüncesiydi. Benimse tek düşüncem tamamiyle yanlış bi sektörde yanlış bi işte olduğumdu en başından beri. İşlerden, projelerden, kitaplardan, filmlerden, ilişkilerden epey bi konuştuk. Bıraksak bütün bir cumartesiyi orada geçirebilirdik sohbet ederek. Hava kararmak üzereydi dağıldık. Çıkışta Pio ile buluştuk yemek yedik. İstinye sahilinde dolaştık biraz sonra beni eve bıraktı. Eve geldiğimde oldukça yorgun ve gergindim, hiç bir yere sığamamak zor iş vesselam. Pazar gününüde bütün gün evde geçirerek tamamlamış oldum. Ve pazartesi sabahı, hiç bir şey olmamış gibi davranmak oldukça zordu. İk'dan savunmama henüz bir cevap çıkmamıştı. By cenin'le bir daha görüşmedim. İK müdürü ile görüşmek istedim ama müsait olmadığını söyleterek geri çevirmişti. akşama doğru şefin sorun çıkartma saati gelmişti. Bu defa da işlem kayıtlarımı incelemeye almıştı, kendince bulduğu hatalarımı sıralamış ve önüme koymuştu. Hiç tartışmaya girecek gücüm yoktu. Ne olacaksa olsunlardaydım artık ve pazartesi gerginliğinin de ardından istifayı kafama koyarak eve geldim. Bu sabah rutin sabah istişaremizi yapmak için yine molaya çıkıp durumumuzu masaya yatırdık. Sabah gelir gelmez istifamı yazmıştım. Şefe istifa etmek istediğimi söyledim. Tam da beklediğim tepkileri vermeye başlamıştı. "ben seni kaybetmek istemiyorum, istifa çözüm değil bence sakin kafayla düşünemiyorsun." delirmiş gibi haykırmaya başladım, "ben kaybedilecek duruma gelip, kazanılmak içinde senin vicdanına kalmadım, bu kadarı bana fazla yapmadığım şeylerle beni suçlayıp sonrada beni sözde kazanmaya çalışarak islah edilmeye çalışılan onyedi yaş sendromlu ergen muamelesi yapamazsınız" etrafta kimse yoktu. söylediklerimi hiç duymamışcasına "istifanı kabul etmiyorum, önümüze bakıcaz bundan sonrasını düzeltmek için" diyerek sigarasını söndürüp odaya geçti. Hala ne yapmaya çalıştığını anlayamaıyorum ve çok fazla sıkıldım artık. Zaten bu işi sevmiyorum ve böyle aptal saptal insanlarla yeterince yıpranmış ruhumu daha fazla sıkmaya hiç niyetim yoktu. Kocaman bir günü yine gözüm saatte akşam olmasını bekleyerek, istifamın ardından planladığım tatili hayal ederek geçirdim. Önümüzdeki günlerin de bol sürprizli ve stresli geçeceği kesin. Bir kaç gün daha olacaklara bakıp istifamı imzalayıp, alıp çantamı sırtıma basıp gitmek var aklımda...

Gitmek....

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Dün, bugün, yarın....

Hayatım tuhaf bi şekilde devam ediyor. İşe gidiyorum eve geliyorum, insanlarla sohbet ediyorum. Eskisi gibi gece dışarı çıkmıyorum. Alkolden de epey bi uzağım. Ailemle daha çok vakit geçiriyorum. Akşamları yemekten sonra babamla uzun sohbetler ediyoruz annemin balkona kurduğu yemek masasında, havadan sudan işlerden gündelik gelişmelerden konuşuyoruz. Ne mutluluğa ne de mutsuzluğuma dair bir belirti yok. Herşey sıradan, herşey olması gerektiğinden daha da durağan. İşyerinde müşterilerle yaşadığım stres haricinde kafamı yoran başka birşey yok. Bir de borçlarım tabi. Kitap okuyorum yoğun bir şekilde. Akşamları babamla yaptığımız sohbetlerin ardından odama çekilip yüzlerce sayfanın arasında kayboluyorum. Okuduğum hayatlara karışıp kendime fantastik dünyalar kuruyorum. Kahramanlarım oluyor, onları düşünüyorum. Onların gerçekte yaşadıklarına inandırıyorum kendimi, yaşadıkları aşklara imrenip onların yerinde olmak için neler verebileceğimi düşünüyorum. Sonrası malum. Geçmişi düşünüyorum, Harun’dan ayrıldıktan sonrası ve öncesini. Hayatımda hiç bişey değişmedi. Hiç birşeyi unutmadım, hatırladıklarımsa çok yabancı birine özlem duymama sebep oluyor. Evet kafam çok rahat ve hayatım olması gerekenden oldukça durağan dedim. Harun’u ve onunla geçmiş zamanı, anıları düşünmek beni rahatsız etmiyor. Acı diyemeyeceğim ama içimde henüz neye benzediğine karar veremediğim bi duygu var. Sanki daha önce hiç varolmamış bir duygu bu. Adını bilmiyorum. Bu duygu Harun’u ortadan ikiye bölmeme sebep olmuş bilinçsizce. Bir yarısı çok sevdiğim beni çok seven, asla ihanet etmeyeceğini sandığım, daha önce hayatıma giren hiç bir erkekte hissetmediğim aidiyet duygusunu bana yaşatan, kokusunda huzur bulduğum, uykumda bile sevdiğim adam, diğer yarısı ise beni yaptığı acıtasyonlarla, sırf benim daha mutlu olmam için sahte gözyaşlarıyla ağlayarak ayrılmamız gerektiğini söyleyerek, onca yalvarmalarıma rağmen beni acımasızca terk eden, asıl sebebinin en yakın arkadaşının sevgilisi ile beni aldatıyor olduğunu çok sonradan öğrendiğim aşşalık iki yüzlü aç gözlü karaktersiz bi insan. Bu iki varlığı bir türlü yanyana bir bütün halinde canlandıramıyorum gözümde. Ama ikisi de o kadar gerçek ki, nefret bile etmeyecek kadar sıfatsızlaştırıyorum onu. ne yazıkki bu duygu beni yoruyor. Hemde çok. Arkadaşlar arasında konusu geçtiğinde ondan iki tane varmış gibi konuşuyorum farkında olmadan, dengesiz duygularım bir çoğunu endişelendiriyor.



Son zamanlarda beni bir tuhaflığın beklediğini hissediyorum. Fırtına öncesi bu sessizlik bana bir şekilde geri dönecek gibi...

10 Temmuz 2009 Cuma

Cuma sabahı...

Bu sabah güne güzel başlamak istedim. Sabah biraz geç kalksamda annemin yoğun çabalarıyla uyandım. Kahvaltımı ettim. Dağınık odamda etrafa saçılmış kıyafetlerime uzun uzun baktım. Bir süredir giymediğim siyah keten pantolonumu ve üzerinede krem rengi bir yüzücü giydim. Hafif bir makyaj yapıp kokularımı sürüp çıktım evden. Tam kapıdan çıktım bir kat merdiveni indim babam seslendi arkamdan, aşağıdan bende ona seslendim, “geç kalıyorum baba buradan söyle..” dedim. “Yukarı çık biraz” dedi. Homurdanarak çıktım merdivenleri. “ ne oldu baba” dedim. “neden hoşçakal demeden gidiyorsun” dedi beni süzerek hatta ben merdivenlerin tamamını çıkmadığım için beni görebilene kadar evden dışarı çıktı. Şaşırdım ve ürperdim. Ben çok nadir evden çıkarken hoşçakalın derdim, en azından babama. Ne söyleyişimde ne de söylemeyişimde bir anlam olmadı şimdiye kadar. Özellikle değildi yani, yada bir alışkanlık değildi. Gereksiz yere sinir yaptım, homurdandım. “tamam kızım, tamam” dedi ve içeri girdi. Bu defa hem ona hem kendime kızdım. Onun durup dururken yaptığı alınganlık ve benimde fevri tepkim sabah sabah canımı sıkmıştı. Zaman ve hayat onu böyle yapmıştı. Parmaklarının kesilmesinden sonra işleri eskisi gibi yolunda gitmedi. Babam sanatkar adamdı. İşinden aldığı zevki ve kazandığı ekmeği sanatındaydı. Emekli oldu. 48 yaşındaydı ve emekli olduğu gün bütün gençliğini kaybetmişti. Kendini evde oturan işe yaramaz bir ihtiyar gibi hissetmeye başladığını düşünüyordum. Onun için bişeyler yapmalıydım. Bu akşam arkadaşlarla taksime gitmeyi planlıyordum ama iptal edip, babamla tavla turnuvası yapmak daha keyifli geldi. Hem onu hemde kendimi mutlu edebilirim böylelikle. Yaşım ilerledikçe yer değiştirmeye başlıyoruz galiba. Evin tek çocuğu olmanın, sanılanın aksine ne kadar sorumluluk ve olgunluk istediğinin hep bilincindeydim ve bu da benim, onların evin çocuğu benimse bir ebeveyn gibi hareket etmemi gerektiriyordu. Bu düşüncelerle işe geldim. Eşyalarımı masama bırakarak terasa çıktım. Kızlar çay içiyordu. Şirkette aktivitesi bol bir terasımız var. Çeşitli oyunların, yer minderi ve armut koltukların bulundğu ve çardak altında istirahat etmemiz için aynı zamanda boş vakitlerimizde kitap okuyabileceğimiz bir alana sahibiz. Bu yüzden işe başlamadan motivasyonumuzu dengeleyebilmek için mesai sattimizden en az yarım saat erken gelmemiz gerekiyor. benimde 20 dakika gibi bir sürem vardı. Odaya girdiğimde herkes dışarı çıkmış bir tek Nazlı beni bekliyordu. Ekip içerisinde bir tek birbirimizle anlaşıyorduk, çıldırtan dedikodular, hasetlikler ve kıskançlıkların karşısında dayanışabiliyorduk. İş yerindeki en yakın arkadaşım diyebilirim onun için. Terasta çayımızı içtikten sonra odamıza döndüğümüzde masamda bir paket buldum. Kısa bi an içinde aklımdan bir sürü şey geçmişti. Bu ayın performans birincisi değildim ve takım liderimiz asla böyle bir jest yapmazdı. Paketi elime alır almaz gözlerimi Nazlı’ya çevirdim refleks halinde. Gülümsediğini gördüm. Paketi açtım. İçinden çok güzel bir Fenerbahçe kalemliği çıktı. İnanılmaz derecede mutlu oldum. Bütün gözler üzerimizde ve sıkıntılı bir sessizlik oldu odada. Sesimizdeki dostluğun ve yüzümüzdeki gülümseyişimiz kıskanç bakışların hapsindeydi. Koşarak yanına gittim ve sarılıp teşekkür ettim. İğreti çalıştığım bu işte şimdiye kadar hiç bu kadar mutlu olduğumu ve biri tarafından sahiplenildiğimi hatırlamadığımı düşündüm. Hediye seçerken sıradan bir kalemlikte alabilirdi, değeri önemli değildi, tuttuğum takıma ne kadar önem verdiğimi düşünmüş ve özellikli bir hediye olmasıda çok daha anlamlı kılmıştı bunu.
Yaklaşık bir saatin içinde işten kaytararak ara ara bu satırları tamamlamaya çalıştım. Yazmak istediğim, paylaşmak istediğim daha çok şey var ama zamanım yok ne yazıkki, ve malesef hep bu kıt zamanlarda geliyor içimdeki bu yazma isteği..
Öpito;)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

bak bebeğim, annen seni unutmadı, unutmayacak...

Kimsenin neler hissettiğimi bilmediği, bilmeyeceği o günlerin yıl dönümündeyim. Biliyorum bebeğim bir gün seninle yüzyüze gelceğiz, o gün geldiğinde senin yaşama olan hakkını elinden aldığım için beni sorgulayacaksın. İçimdeydin ve ben gitmek zorunda olduğunu bile bile seninle gecelerce sohbet ettim. Minik bedenini, öpülesi ellerini ayaklarını sevdim hayalimde. Öyle güzel öyle masumdun ki, cinsiyetinin ne olabileceği konusunda hiç bir tahminim yoktu. Yüzün neye benzerdi, annen gibi simsiyah saçlarla mı doğardın? Kimbilir belki! Varlığın nasıl olurdu bilemedim ama kaderini bilmek çok acıydı. bir kaç gün sonra bir kürtaj masasında ayrılacağımızı ve senin başlamadığın bir hayatın kıyısından döneceğini çok iyi biliyorudum. Bunu yapmak zorundaydım, çümkü lanet olası hayatım böyle emretmişti bana. O hep eski filmlerde gördüğüm çocuğunu cami önüne bırakan anneler kadar çaresiz ama lanetli hissettim kendimi. bir kaç gün sonra atmosfer ile buluşamadan içimde verdiğin son nefeslerinin, tam bir yıl önce bu zamanlar içimde hayat bulduğun günlerini yaşıyorum. Gidişin benden çok şey götürdü bebeğim, bak annen seni unutmadı, unutmayacak... geceleri rüyamda görüyorum seni, hiç doğmadan, hiç büyümeden kalacaksın rüyalarımda. Öpülesi ellerini, yüzünü seveceğim. Kokunu hayal edeceğim ve her defasında ellerimi yumruk yaptığımda gözlerimden döküleceksin...

30 Haziran 2009 Salı

100. yazı, yeni bir süreç....

Dün nihayet, Kürşat Başar’ın Başucumda Müzik isimli kitabını bitirebildim. Hikaye çok akıcı olmamakla birlikte gözümde bir dönem filmi olarak seyir etti. İhtilal dönemlerinde siyasi çalkantılar eşliğinde dönemin siyasetçilerinden idam edilenlerden biri ile kadının yaşadığı yasak aşk hikayesi kadın tarafından anlatılıyordu. Bir kadının bütün yasaklara ve tabulara rağmen yasak bir aşkı en dürüst şekilde nasıl yaşadığını okudum. Makul olan hiç bir tarafı olmamasına rağmen dürüstlüğüne hayran kaldım kadının. Kocasına bütün gerçeği anlatıp hayatını aşkı uğruna ordan oraya sürüklemesi, bütün dedikoduları görmezden duymazdan gelen cesareti, iradesi, yaşadığı ilişkinin yasak sebepleri nedeni ile zorluklarla başedebilme gücü hepsi hayranlık uyandıracak türdeydi. Her satırda “ben olsam?” cümlesini kurdum. Bir çoğu cevapsız kalsada, sanırım hariçten gazel okumak bana göre olmadığı kanısına vardım. Şimdi yeni kitap arayışı içerisindeyim. Tavsiyeleriniz olursa değerlendirebilirim bu arada ...Ayıptır söylemesi bu gün maaşımı alacağım ve ilk işim bi kaç kitap almak olacakJ bi kaç gündür aptal saptal, kimisi işe yarar kimisi keyifli, kimiside gereksiz kararlar aldım. Geçen Cuma Berkay ile taksime çmeye gittiğimizde, Harun’un bana sevgililer gününde almış olduğu Sony mp3 çaları ona verdim. Almayı düşünüyormuş “alma bende var, zaten zıpıtıp atacak yer arıyorum” dedim. Böylelikle harun’un bende kalan bir anısından da bu şekilde kurtulmuş oldum. Ayrıca yollarda işe gidip gelirken, müzik dinlemekten kitap okumayı hep ertliyordum ikisini aynı anda yapamadığım için, şimdi en azında trafikte geçirdiğim onca kayıp vakitte de olsa kitap okumaya daha fazla vakit ayırıp dinlediğim şarkılarla kendimi bunalıma sokmuyorum.
Bir diğer gelişme ise dün taksime gidip daha önceden internetten araştırmış oluğum keman kursuna gidip ön kayıt yaptırdım. Bir sanat merkezi, aylık ücreti beni zorlamayacak şekilde üstelik saatlerini ve gününüde ben belirleyebiliyorum. Çok heycanlandım :) maaşımı alıp resmi kaydımı yaptırıp derslere bu hafta başlarım diye umuyorum. Artık keman sesleri eşliğinde tam bir melankoliye bağlarım sizi :)
bu arada tatil planımıda yaptım, ağustosun 7 sinde ilkokul ortaokul lise ve aynı mahallede birlikte büyüdüğüm yirmi yıllık arkadaşım Tuna ile Bodrumda küçük sevimli bir pansiyon bulduk. Onun senelik izni olduğu için 7 ağustosu bekliyoruz. Şimdiden sabırsızlanıyorum. Mis gibi bodrum, güneş, kum, deniz, içkim, kemanım ve yanımda yıllarımı geçirdiğim bir dost.... daha ne olsun ki
güzel zamanlar beni bekliyor, bekleyecek, beklemek zorunda.... herşey güzel olmak zorunda. Dünya benim etrafımda dönecek, ve bende bütün dünyanın etrafında dönebilecek kadar güçlü mutlu ve dirençli olmalıyım...

bir öğle arası sistem arızalarından faydalanarak mesaimden çaldığım süremin sonuna denk geldim... öpito;)

Ayrıca; 100. yazımın hatrına tebriklerinizi bekler :P bu güne kadar bana eşlik etmiş, iyi ve kötü günlerimi benimle paylaşmış bütün blog dostlarıma kocaman teşekkürler... iyi ki vardınız, ve bundan sonra da hep olunuz....
Seviyorum hepinizi...

29 Haziran 2009 Pazartesi

Bu lanet olası kadının kaprisinede, bu işinde taaaa bilmem neresine de....

Bu aralar fazla özgürüm sanırım. Hayatımda birinin olmayışı beni daha da deli kılıyor. Cuma gecesi sabaha karşı eve geldim. Deliler gibi eğlendim. Mutlu değilim ama mutsuz değilim. Şu andaki başlıca mutsuzluk sebebimin işimin olması nedeniyle radikal kararlar aldım. Evet şu an ki çalıştığım işyerim çağrı merkezi bildiğiniz gibi. Kendi mesleğim olan gazeteciliği yapamadıktan sonra hiç bir sektörde kariyer planı yapmadım, yapmayı da düşünmüyorum. Bu gün şefimizin yaptığı toplantıda herkesle birlikte onu dinlerken benim ağzım kulaklarımdaydı. Ben bunu hep yapıyorum bi elim de kalem ağzımın yarısına kadar sokmuş kemirirken diğer elimlede saçlarımla oynuyorum. Yüz ifademde ise pisişik bir gülümseme var. Şef buna uyuz oluyor. Söylediklerini, sürekli beni eleştirmeye çalışan örneklerle koyduğu kuralları ciddiye almadığımı belirtiyorum. “söylemek istediğiniz bir şey var mı arkadaşlar?” dediğinde ise, söyleyebileceğim çok şey olduğunu bildiği halde sadece gülümseyerek“teşekkür ederim” demem onu delirtiyor. Az önce toplantı bitti. Ve ben şu an da bunları sizinle paylaşıyorum. Keza şef aptal saptal konuşmasını yaparken, daha önce yaptığım araştırmalar sonucunda garsonluk yapmaya karar verdim. Geceleri oldukça yüksek günlük ücretle akşam 9 sabah 4 saatleri arasında çalışabileceğim bi kaç bar cafe buldum. Neredeyse şu anki maaşımı ikiye katlayacak şekilde elime para geçicek. Böylelikle gündüzleride yeterli uykumu aldığımda hem yazmayı düşündüğüm kitabıma ve gitmek istediğim keman kursuna istediğim şekilde vakit ayırabileceğim. Şimdilik görünen mutlu son ama zaman ne gösterir bilemem. Tek istediğim burdan kurtulmak. Bu lanet olası kadının kaprisinede, bu işinde taaaaaaaa bilmem neresine de....

27 Haziran 2009 Cumartesi

sarhoş değilim.

aylardan cumartesi, günlerden haziran. ellerimin üstünde yürüyemeyecek kadar yorgunum :)
çok içmişim gece, kadehler sarhoş oldu ben bişey yapmadım. evim bana geldi sabaha karşı, ağzımda sakızla uyumuşum bide..... yüzüm akmış boyalarımdan. annemin muhteşem kahvaltısıyla uyandım. tabağımdakileri didikleyerek azdan çok yedim, işe geç kaldım, e madem geç kaldım bide sigara yaktım. düdük gibiyim, bide gencim güzelim seni üzerim... bu yazı burada biter ve ben çeker giderim...

22 Haziran 2009 Pazartesi

ruhsuzum artık ben

geçmiş zaman olur ki;

harun beni aldatmış meğer, hemde en yakın arkadaşının sevgilisiyle, üstelik kızıda tanıyorum. daha yeni öğrendim. ikisinede çok ağar laflar edip ikisinide haritadan sonsuza kadar sildim. ilk ayrıldığımız zamanlarda bunu öğrenmediğim iyi olmuş bi bakıma. çünkü şimdi öğrendiğimde içimdeki his sadece mide bulantısı oldu. hiç bir tarafım acımadı. meğer benim mutluluğumu istemesi, kaçar gibi ayrılmak isteyişi, gözlerimin içine bakamayışları hep bundanmış. bunların üstüne bende boş durmadım tabi. biriyle tanıştım. kuzenimin arkadaşı, ama sevgili olamadık o ayrı, hoş çocuktu ama biraz tuhaftı, anlattıklarından anladığım kadarıyla bağlanma-ilişki problemli bi tip. henüz ağzım yeni yanmış zaten ıssız tuhaf adam triplerinden yol yakınken yol verdim. sonra biriyle daha tanıştım, o da biraz fazla hızlı, içimden bi his beni sadece yatağa atmak istediğini söylüyor. onada yol verdim.

gel gelelim şirkette işler vahim. ortalık cadı kazanına döndü. bu ay istifa etmeyi düşünüyorum. son bi haftadır raporluyum zaten iyice soğudum işten. yarın iş başı yapıcam, çekilir gibi değil...
şimdilik bu kadar :) gördüğünüz gibi gayet ruhsuzum, bi bok olmaz artık benden :) gidene bay bay gelene hay hay :)) dahasıda varda neyse, en kısa sürede detayları yazıcam tekrar...
öpito;)

17 Haziran 2009 Çarşamba

çöz beni arapsaçııııı

herkese yeniden merhaba, yine araya koskocoman bir zaman sokmuşum, yani bu da demek oluyorki hayatımda çeşitli depdebemeler oluyor. evet en son yazdığım günden beri bir çok şey oldu, yeni sevgili adayları, işyerinde ki aksilikler, istifa kararım, şefimle tartışmalar, harunla karşılaşmamız.... bunun gibi bir sürü kafamı al ağaşı eden olaylar silsilesi. şu yazıyı bi sokayım yayına bi yemek yiyip geliyorum. evet evet yazcam:) hemde hepsini :)

30 Mayıs 2009 Cumartesi

bu defa ben demiyorum, şarkılar diyor....!!

evet son zamanlarda ki makus talihim ekilmek sanırım...
gelicem diyen bir sürü insanın hepsinin bi bahanesi çıktı, ve ben burda bu gece bu şarkılarla tek başıma ne kadar katlanabilirim bilmiyorum...
"İstanbul bekliyor, onsuz olmaz diyor..." bu defa ben demiyorum, şarkılar diyor....!!

yaşam belirtisi -II-

saat 8 itibari ile Galata köprüsündeyim. mekanlar arası hızlı geçişler yapıyorum. ve yine harunla burda sürekli oturduğumuz bi mekanın yanında ki başka bi mekandayım, gençlik doğum günü falan kutluyor, canlı müzikte başlayacakmış, ritmi yükseltseler iyi olacak, keza şu an dj'in türkçe pop çaldığı parçalardan, hepimizin belli bir dönemine damgasını illaki vurmuş olan ferdanılyarkının "üzülme" şarkısı çalıyor. beni çıkmaya çalıştığım bunalıma geri sokmak ister gibi...
yemeğimi yedim, şarkılara kendimi kaptırmadan etraftaki tipleri inceliyorum. birazdan çok çok uzun zamandır (yıllardır) görüşmediğim eski bi arkadaşım gelicek, şu an yolda. maziye bi dalış yaparız muhtemelen, bu konuyla ilgili gece bi yazı yazarım arık... şimdilik yaşam belirtileride bu şekilde...
öpito...
-Galata Köprüsü-

yaşam belirtisi -I-

saat 5 te mesaiyi bitirdim, şirketten çıktım.fotoğraf makinemi boynuma takıp soluğu taksimde aldım... caddeler ara sokaklar tıklım tıklım yine. herzamanki mekan küç.ük.bey.oğ.lundayım...
bi yandan buz gibi biramı yudumlarken bi yandan da yaşam belirtisi vermek istedim. şu an harunla her geldiğimizde oturduğumuz masanın hemen yanındaki masada oturuyorum....
bi eksiklik var mı? yok. valla kendimi kandırmıyorum. güzel bir gün geçiriyorum. cidden. saat 9 gibi arkadaşlar da gelicek. sonra geceye peyotede devam edicez. akşam 8 gibi maçı izlemeyi düşünüyordum ama şimdi o kadar beşiktaşlının sevincine şahit olmak istemiyorum :) malumunuz bir fenerbahçeli olarak, takımımı kulisten destekliyorum:)
kısaca dostlar mesai bitti,
lig bitti,
günlerden cumartesi,
yaz geldi,
istanbulda hayat benim için akıyor,
dostlarım var,
sigaram ve biram var,
dışarda kadrajıma girmeyi bekleyen bir sürü kare var...
mutluyum, evet... yada abartmayayaım, kısmen mutluyum... ya en azından çabalıyorum, başarıcam....;)

ha unutmadan... öpito;)

28 Mayıs 2009 Perşembe

“Sadece sana ihtiyacım var” diyemedim...

Günler geçiyor, bu gün tam 18 gün oldu. Sanki üstümden yıllar geçmiş gibi. Gündelik telaşlara bıraktım kendimi. Çalışıyorum. Şirkette herkesin bildiği “terk edilen”ünvanına sahibim. Bu geçen zaman içerisinde Harun’la görüşmelerimize devam ettik. Geri dönüşüne dair bir umudum yok böyle bir gelişme de yok. Sadece üç dört günde bir “akşam görüşebilirmiyiz?” diyorum, oda kabul ediyor. Bi çay içiyoruz, o boşluğa bakıyor, gözlerini gözlerimden kaçırıyor, bense uzun uzun seyrediyorum onu. Gözlerim dolu dolu havadan sudan konuşuyoruz. Sonra kalkıyoruz. Sarılıyoruz, alnımdan öpüyor beni, bende herzamanki gibi boynundan kokluyorum bütün gücümle. Dün akşamda öyle bi akşamdı. Bir saat kadar oturduk, daha önce hiç gitmediğimiz bir yerde. “alışabildin mi?” diye sordum. “alışmaya çalışıyorum” dedi. “daha seninle gittiğimiz hiç bir yere hiç bir mekana gitmedim, beyoğluna hiç çıkmadım. Evden de çıkmıyorum zaten tek başıma içiyorum” dedi. “ben de tam tersini yapıyorum, geçtiğimiz gittiğimiz ne kadar yer varsa hepsine gidiyorum, hepsinden geçiyorum. Seninle gittiğim geçtiğim yerlerde ayrılığın ardından ilk defa sensiz olmak ölüm gibi geldi, ayaklarımı hissetmedim bastığım yerlerde. Onca mekan içinde, en çok metro istasyonlarında, yürüyen merdivenlerden çıkarken içim acıyor. Belime sarılıp saçlarımı koklardın ya hani, şimdi omuzlarıma karabasanlar çöküyor. Birlikte gittiğimiz mekanlarda yine içiyorum, ama bu sefer sarhoş olamıyorum, sarhoş halimi sevecek kimse kalmadığındandır belkide. Eve gittiğimde bulduğum ilk koltuğa yığılıp kalıyorum üstüm başım darmadağın...” ben bunları söylerken, gözleri hala boşluktaydı. Düşüncelerini okumam imkansızdı. Benimse göz yaşlarım gözlerimde kalıyor artık, dökmüyorum. sonra beni eve bıraktı, arabadan inerken, bana “biz düşman değiliz, tabiki görüşeceğiz istediğin zaman arayabilrisin. Bişeye ihtiyacın olursa da ara mutlaka” dedi. Tam kapıyı kapatmak üzereydim. Anlamsızca baktım yüzüne, “sadece sana ihtiyacım var” diyemedim. Yürüyüp girdim eve....

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Dönüşüm.... / Ayrılık sonrası...

Kısa zamanda çok uzun yollardan geçtim, daha önce defalarca yaşamama rağmen bir çocuğun tecrübesizliğinde kafamı duvarlara vurdum. Hayatta tecrübe diye bir kavram olmadığını öğrendim. Ne kadar yalvarırsan yalvar, yada ne kadar istersen iste tanrıdan, seven kalplerin bazı şeyleri olduramadığını öğrendim. Ağlamakta değiştirmezmiş bir çok şeyi, göz ve yüz kaslarını yormaktan başka. Fotoğraflar, anılar, şehirler kaçılması en imkansız olanlarmış. Çaresizliğine verilen tesellilermiş, “aslında ne kadar güçlü bi insan olduğum” yalanı. Teselliler gerçek ama işe yaramazmış. Dost dediklerinin bazılarının kapısı hiç olmadığı kadar açılır, bazısının ki ise pusuya yatmış çakal sessizliğinde kapalı kalırmış. Ayrılık, bazen yenilgi, bazen saplantı bazende tutkudan deliricesine aşık olduğunda vazgeçemeyeceğini anladığın anda hiç bir pişmanlığa benzemediğinde, kaybedecek hiç birşeyin kalmadığında acı verirmiş, ama illaki, hepsindende ayrı ayrı acıtırmış. İki göğüs arasında sıkışıp kalmış ateş parçasını söküp atamamakmış.
Evet, kısa zamanda çok uzun yollardan geçtim, bazen dostlarımlaydım bazen tek başıma. Yaşadığım ayrılık acısını dindirebilmenin çeşitli yollarını denedim, kalabalıklarıda gördüm, boş duvarlarıda. Şişeleride devirdim çokça. Hiç bir içki sarhoş edemedi beni. Sabhın beşi gecenin üçü kapılarına dayandım. Artık sevgilim olmayan bir adamın “alışırsın, bensiz daha mutlu olacaksın, beni topladın şimdi sıra sende, toparlanacaksın”sözleriyle kollarında kokusuyla uykulara daldım. sabah olunca herşey düzelir sandım, bütün gece saçımı okşayıp koklayanın, gün ışıyınca nasıl taş kesildiğini anladım.
Şimdi, döndüm, daha güçlü olmak istemiyorum... hayatıma kaldığım yerden devam etme yalanına kendimi inandırmaya çalışmıyorum, çünkü biliyorum, kaldığım yerde hayat çok değişti, ne gözler ne kulaklar inanır bu yalana. Sadece dilimdeki bu kekremsi tadın, iki göğsümün arasında ki ateşin bi an önce hayatımdan çıkıp gitmesini bekliyorum. Yorgunum ve telaşsızım. yetişecek, yetinecek, yetecek yerlerim yok... o herkesin tek umudu olan, en gerçek yalana, zaman yılanına sarıldım, bekliyorum... Geldim. Döndüm. Yokluğumda cevap veremediğim halde benden desteğini esirgemeyen bütün dostlarıma çok teşekkür ederim, iyiki vardınız. Yeniden aranıza dönebilmek ne güzel...

17 Mayıs 2009 Pazar

senden sonra ben....


senden sonra;

rakı şişesinde balık oldum ben
rakı oldum
yokluğun orhan veli'nin
herhangi bir şiiri.

senden sonra
film öncesi gösterilen
fragmanlarda bile
ağladım
sensiz sinemalar oyununda

senden sonra
dokunmaya çalıştım
aynalarda ruhuma
çoktan gitmişti ardından
ruhum da oysa.

senden sonra
arkadaşların geldiler
ve her zaman söylenen
şeyleri söylediler
gözlerin
bakışlarında

senden sonra
resminin yerine
yalnızlığımı astım
duvara

senden sonra
bakar oldum
kutup yıldızı da
kayar mı acaba?

senden sonra
yükünü taşıyan karınca
bal yapan arı
ne de iyi yazılmış bir şiir umut vermedi bana
umudum sendin, sen uzaklarda

senden sonra
yayından çıkmış guguk kuşu
çaresizliğinde bakakaldım
durmadan ilerleyen zamana
yaşlandım

senden sonra;
mısır tarlalarında korkuluk
yalnızlığım
kuşlar bile konmadı
çöpten yalnızlığıma..

senden sonra
saatimin
akrepi
kendini soktu
öldü zaman.

senden sonra
dört odası da
boş kalbimin
tüm kiracılarım
ev sahibi oldu.

senden sonra
paralarım tek yüzlü
yazısı yok şiirin.

senden sonra
siyah beyaz resimdeki
renkli kazağın
ne düşündüğünü
anladım.

senden sonra
biletlerimi
tek gidiş aldım

senden sonra
varlığımdan
yokluğunu çıkardım
yağmur kalmadı
şemsiyelerim işsiz

senden sonra
ibrahim sadri yi bile
okudum bir ara.

senden sonra
her yere gittim ama
kendime gelemedim

senden sonra
ters yüz ettim yalnızlığı
tekrar giydim
sırtıma

senden sonra
hayat beni kovmadı
ben istifa ettim.

senden sonra
denize attığım
tüm şişelerim
kıyıya vurdu.

senden sonra
ardından gözyaşı döktüm
biran önce
dönesin diye

senden sonra
iç acılarımın
toplamından
doğrular yerine
yanlışlar geçirdim

senden sonra
gözümdeki
bebek
yaşlandı, adam olamadı

senden sonra
kazak söküğü
hayat
başa sardım yeniden ördüm
eskisi gibi olmadı.

senden sonra
çaput bağladım
bahçedeki ağaca
kuşlar bile güldü
çerçöp yalnızlığıma

senden sonra
çivisi çıktı hayatımın
yerine asamadım.

senden sonra
bir teki çalınmış
ayakkabı gibi günler
anlamsız

senden sonra
kireçlendi dilim
beynim tutuldu
sevgi tedavi
verdi doktorlar

senden sonra
zaman
mataramda çürüyen su
zemzem tadı sensizlik

senden sonra
yağmur yağdı içime
gözlerim doldu

senden sonra
karda ayak izlerimi
kaybettim
umudumu kuşlar yemiş
geri dönemedim..

senden sonra
gazeteye ilişkimizin
kayıp ilanını verdim
hükümsüzdür
hükümlüyüm
hüküm ne?

masa başı oyunlarıyla
kaybettim herşeyimi
yalnızlığımı sürdüm
ortaya blöf
kimse görmedi.

senden sonra
bütün kaslarım
ağrıyor
her yanım
kırık dökük.

senden sonra
her gün için çizik attım
kalbime
bakkal defteri gibi
olmuş yüreğin dedi annem

senden sonra
balıklarla arkadaş oldum
hafızam onlara denk
bir tek
seni hiç unutmadım

senden sonra
tam binecekken
yüreğinin kapısı
kapandı
dışarda kaldım..

senden sonra
yürütemedim
ilişkilerimi
en fazla emekledi
dizlerim
yara bere

senden sonra
acılarım
demlensin diye
sesimin
altı kısık

senden sonra
ne kadar uzağa
bıraktıysam yalnızlığı
ertesi sabah
hep kapımda buldum

senden sonra
şans topu
patlak
on numaranın
bir numarası yok
sayısal değil
sözel yalnızlığım

senden sonra
gözüm kapalı
işaretliyorum
f hepbiri şıkkını

senden sonra
taban puanı
yükseldi hayatımın
pek çok kimse
açıkta kaldı.

senden sonra
dört yanlışın
bir doğruyu
nereye götürdüğünü
anladım.

senden sonra
kafalarını şişirdim
arkadaşlarımın..
yalnızlığım adına
verdiğim rahatsızlıktan dolayı
özür dilerim..

(alıntı)

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Ayrıldık / Bittim / Gidiyorum....

Harunla ayrıldık. 4 gün oluyor. şu an yaşadıklarımı yazmaya ne gücüm var nede yaşadıklarımla yüzleşip yazarken tekrar yaşayacak tahammülüm. bitkin, perişan ve rezil hallerdeyim. kendimi ne zaman toparlarım bilmiyorum. bu ayrılığa hiç hazır değilmişim. yerle yeksanım ve elim kolum bağlı. artık hiç bişey eskisi gibi olmayacak. bu canlı cenazeyi ne zaman gömersem o zaman yine eskisi gibi yazabilirim, cuma günü yola çıkıyorum, bi süreliğine uzaklara gidiyorum, en kısa sürede yeniden aranıza dönebilmek ümidiyle...

5 Mayıs 2009 Salı

anladım ki,


Hayata ve insanlara duyduğum sevgi ve saftiriklik ne kadar başarısızlık getirdiyse,
Hayata ve insanlara duyduğum öfke ve çakallık o kadar başarı getirdi.


"Sırtımı kendime dayadım,
Alnımı güneşe.
Çarpılmış, bölünmüş
Samimiyeti toplamından çıkarılmış insanlardan sıkıldım"

Z. Delirapunzel.

25 Nisan 2009 Cumartesi

"hangimizi kokluyordu? " "ölüler şaka yapar mı?"


dün gece pe.yot.eydik. harun, tuna ve ben. her zaman ki gibi, barın köşesinde hani. üçledik köşeyi. volum yükselene kadar sohbet ettik havadan sudan. sonra epey bi içtik, dans ettik. geç vakitti eve geldik. sabah beni yine öpücükleriyle uyandırdı. gözlerimi açamıyordum. uykumu açmak için gıdıklıyordu durmadan, ben güldükçe o da gülüyordu. harun'un beni en çok sabahları sevdiğini düşünüyorum bazen. onca kavgaya onca gerginliğe rağmen her sabah beni öpücüklere boğarak uyandırması güne güzel başlayacakmışız gibi geliyor her defasında ama yine her defasında fiyaskolar bırakmıyor bir türlü peşimizi. ...kalkıp içeri gitti. ben bi süre daha uyanmaya çalışırken yatağın içinde dizlerimi çeneme doğru çekip ellerimi sarmış ne düşündüğümü bilmeden oturuyordum. belkide biliyordum.yada en iyisi itiraf edeyim. bu odanın ve evin çeşitli yerlerindeki fotoğrafları düşünüyordum. kalbime iğne gibi saplanan o bakışlardan kaçamıyordum. hangi odaya girsem beni görüyor, beni takip ediyordu sanki. en çokta yatağın çaprazında duran komidinin üzerindeki fotoğraf. ne zaman yatak odasında o fotoğrafla göz göze gelsem. hissettiğim tek duygu, ikimizinde birbirimizi nasıl kıskandığımızdı. ikimizde aynı adam tarafından seviliyorduk. aramızdaki farksa onun ölü, benimse canlı olmamdı. harun'un ölen karısı ve ben... ikimizde böyle olsun istemezdik ki. belkide ikimizde olmamız gereken yerlerde değildik. o ölemeyecek kadar güzeldi, bense onun bize bıraktığı yükü taşıyamayacak kadar yorgun ve yıpranmıştım. onun ölümüyle harun'a bıraktığı yokluğu bende var olmuştu. harun'un o fotoğraf çerçevelerini kaldıracak cesareti, benimde de artık bir ölünün göz hapsine tahammülüm yoktu. beni sevdiğini biliyordum, agresifliklerinin ardından, bana her sarıldığında pişmalıklarınıda.
unutmaya çalışmasını, yada unutmasını beklemem bencillik olur evet ama alışmış gibi gözüküpte hala onu yaşatmaya çalışması beni eziyor.
ilk zamanlar anlayışla karşıladığım, hatta beni hiç rahatsız etmeyen evin hertarafındaki o fotoğraflar şimdi huzursuzluğumun ve üşümelerimin sebebi. harun mutfakta çay koyuyordu kahvaltı için, ben üşümeye başladım. sonra birden gözlerim tuvalet aynasının önündeki parfüm şişelerine takıldı. henüz bir kaç gün önce aldığım parfümün aynısından duruyordu. ya daha önce farkedemedim, yada saklı olduğu yerden yeni çıkarıldı. şişenin dibinde iki parmak kalınlığında kalmıştı. eski olduğu beliydi. nasıl olurdu ki bu? şimdi biz onunla aynı parfümü mü kullanıyorduk? yani şimdi iki gündür, boynumda farkında olmadan ölen karısının kokusunu mu taşıyordum. sanırım asıl soru şu; hangimizi kokluyordu?

23 Nisan 2009 Perşembe

23 Nisan'larım ve Ata'm

  • ilkokul hayatım boyunca hiç bi zaman okulun bando takımında olamadım. ufak tefeğim diye her sene reddedildim. hala içimde yaradır.
  • her 23 nisan'da kırmızı puanteyli elbise ve beyaz gömleklerle tören alanında donan çocuktum. çocuklardırk.
  • sınıf süsleme konusunda üstüme yoktu, ta o zamanlardan beri bu tür ihaleler hep benim üstüme kalırdı.
  • bir 23 nisan'da şiir okumak için okulun bahçesinde kürsüdeydim. ezberlediğimi sandığım şiirimi bütün okulun önünde unutup rezil olmuştum.
  • her 23 nisan öncesi zenci çocukların evimize gelmesini ve onları misafir etmeyi hayal ederdim.
  • babamdan sonraki ilk aşkım, kahramanım Mustafa Kemal Atatürk'le gurur duydum. çünkü dünyada hiç bir milletin çocuğuna böyle bir bayram hediye edilmemişti. diğer ülkelerden çocuklar geldikçe kendimi çok önemli bir milletin insanı olarak görmeyi öğrendiğim bayramdı 23 nisan.
  • herşey bir yana;
Biz Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, ulusal egemen çocuklar olduk...
Olamayanlar utansın...
Bütün çocuklar, bayramlar ve bana verdiğin herşey için, Teşekkürler Ata'm

17 Nisan 2009 Cuma

yanlışlıkla ellendim!!!

nihayet cuma akşamına ulaşabildim. yazı girişlerimden de anlaşılacağı gibi bu hafta sıkıcı, yoğun, stresli ve gergin geçirdim. pc başına defalarca geçmeme rağmen yazacak güç bulamadım kendimde.
pazartesi günü sabah, zincirlikuyu'da metrobüsten inipte merdivenlere doğru yürürken bir pisliğin arkamdan sinsice yaklaşıp popoma ellemesiyle başladım haftaya. evet pazartesi sabahı saat 9-9.15 sularında zincirlikuyu metrobüs durağında, kıçına ellediği için bir pisliği yumruklayarak avaz avaz bağırınan, önüne gelen duvar, turnike ve benzeri yerleri tekmeleyen birini gördüyseniz evet o bendim. cinnet geçirdiğimi farkeden güvenlikçi yanıma geldi, orta yaşın üstünde amca kıvamında ki bu güvenlikçi -kızım belki yanlışlıkla ellemiştir- dedi.
1. si, yanlışlıkla ellenmez, yanlışlıkla çarpılır!
2. si, yanlışlıkla çarpmayla mıncıklanmayı birbirinden ayırabilecek kadar tacize şahit olmuşuzdur bu memleketin hatun kişileri olarak!!

malum, haftaya nasıl başlarsan öyle gidermiş derler, bütün haftayı popom mıncıklanarak! geçirmesemde, beynim ve kalbim çeşitli sıkıntılardan dolayı epey bir mıncıklandığı için aynı gerginlikte devam etti.

yıllardır ödemediğim kredi kartları borçlarım ve çeşitli alacaklılarla olan alicengiz oyunlarım devam etmekte, içinde bulunduğum bataktan kurtulabilmem için hala bir mucize bekliyorum...

hiç bitmeyeceğini sandığım günler yaşıyorum... ama herşeye rağmen gülüyorum, espri yapıyorum, çenem hiç susmuyor,konuşuyorum. kötü giden hiç birşey yokmuş gibi yaşıyorum.

harun'la da aynı şeyleri yaşıyorum. kavga ediyoruz sürekli, birbirimizi yiyoruz. sonra bişey oluyor ve hiç bişey olmamış gibi, ilişkimize devam ediyoruz. sanki bir gün önce birbirimize onca lafı eden, onca bağırıp çağıran biz değilmişiz gibi, sabah uyandığımızda herşey süt liman oluyor.

sersemleştim iyice, manyaklaştım. öyle işte.

16 Nisan 2009 Perşembe


ritmi hızlı, sözleri acı şarkılar gibiyim bu ara....

5 Nisan 2009 Pazar

Delirapunzel derki;

nane devri çocuklarıyız biz zamanımız geçmiş..
pffff. jdfhdjkfhsdkf.

4 Nisan 2009 Cumartesi

olsada koduk, olmasada koduk.. battı fişş yan goying tu...

yorucu bir haftaydı ve haftasonuda aynen bu şekilde devam ediyor...
bir yandan iş bir yandan da alemlere akmak konusunda kendimi neden bu kadar hırpaladığımı anlamayanlar var. bu aralar hiç evde oturasım yok, aslında bi yanım eşşek gibi yatıp tv-pc-pijama modunda olmak isterken bir diğer yanımda ordan oraya gitmek, o clup senin bu cafe benim, o sahil senin bu sinema benim gezmek istiyor. sürekli birilerini ayartma halindeyim. bknz:

-napıyon lan?
-iyiyim evdeyim yatıyorum sen napıyon
-sıkıldım bişeyler yapalım
-yok ya yorgunum çok başka zaman
-bisiktir git

yada

-napıyon lan
-temizlik yapıyorum sen napıyon
-ne temizliği bu havada tatil günü
-sen anlamazsın uzun hikaye
-ağzını burnunu kırarım, çamaşısuyuylada pansuman yaparım dooru konuş
- kapat git gez ne bok yiceksen ye, sonra konuşalım

yada

-canım sıkılıyo
-hangi ara fırsat buluyosun?
-neye?
-canını sıkmaya?
-yok daa neler insan değilmiyim ben
-yok kızım insanlıktan çıkmışsın sen, hem iş hem hem ev hem sevgili hem arkadaşlar hem eğlence hem alkol sana insan dersem ben neyim ozaman?
-ya bi git ya...

tamm kabul ediyorum, gezmeyi eğlenmeyi seviyorum ama emin olunki tamamen mecburiyetten. neden diye sorarsan sevgili okuyucu, ben hani böyle her cuma biyerlerde kopup eğleniyorumya bilinki bunalımım tavan yapmak üzere, böyle şeker komasına girmiş gibim eğlence arayışına giriyorum. duvardan duvara vuruyorum kendimi, günlerce yorgan altından çıkamıyorum yoksa. tamam ağlayan palyoço klasiğini oynamicam ama bunalımdan kurtulmanın yolunu bu şekilde bulmuşum alışmışım napiim. yarasa gibi ordan oraya savrulmak iyi geliyor.
dün gece de Pey.ote.de.ydik. gece 2 gibi falan çıktık, önce ne.viz.ade, kb civarlarında epey bi kararsız kaldık nereye gitsek diye ama yine her zamanki gibi dönüp dolaşıp aynı mekana girdik. yüksek elektro müzik ve biraz alkolle birlikte piste bıraktım kendimi. sonrasını pek hatırlamıyorum. gece harunda kaldım, sabahta kalkıp işe geldim. 11 den beri uyuz uyuz sallanıyorum, saat 5te mesaim bitti, yine birilerini ayarttım zor bela, ortaköye gidicez. biraz alışveriş yapmak istiyorum. sonra deniz, tavla, kahve. boğazı ne zamandır uzun uzun seyretmiyordum. fotoğraf çekerim biraz, incik boncuk falan bakarım sonra herzamanki gibi o koca tezgahlardan hiç bişey beğenemem. bu arada da bunları yazarken hala şirketteyim, tuna ile buluşçaz akşama doğru kimler katılır kervana bilmiyorum, onun hazırlanması falan bi kaç saati bulacağı için bende bloguma bişeyler karalayım dedim halet-i huriyemle ilgili. neyse daha makyaj falan yapçam, toparlanıp çıkarım tek tabanca dolanırım biraz. hatta baya bi. sanırım benim sorunum uzun süredir kendi kendime kalamamak. mutlu olup eğlenmek için sürekli birilerine ihtiyaç duymadığum an halet-i huriyem kendine gelir mi acep?
rapunzel kaçanzi.
hepinizi öpito ;)

1 Nisan 2009 Çarşamba

defolup gitmek istiyoruM hayatıMdan!!!



bu işte çalıştığım sürece ömrümün kısaldığını hissediyorum resmen. bilmeyenler için söyliim, ben devasal bir çağrı merkezinde müşteri hizmetleri tırıvırısı olarak çalışıyorum. bir çok marka ve projeyi bünyesinde bulunduran çağ.rı mer.kezinde (bu aptal noktalamalar, o kelimelerin gugılda çıkmaması için koyuyorum..) dünyaca ünlü alman markası olan bir ot.omo.tiv firmasının projesindeyim. araç alımı ve o markaya ait her konuda data ve proje üzerinde müşterilere telefonda hizmet veriyoruz. sabahtan akşama kadar yüzlerce insanla telefonda konuşuyorum. bazen sesimin kısıldığı, çene kaslarımın uyuştuğu anlar oluyor gün içerisinde. asabisinden, manyağına, obsesifinden, krosuna, ünlüsünden, iş adamına kadar binbir çeşit insanla karşılaşıyorum. her sabah işe giderken yalvarıyorum allahım beni deliye dümbüle makara etme, güzel insanlarla karşılaştır diye. bu insanlara katlanmak, yorgunluk bir yana, bütün konuşma kayıtlarımız dinlendiği için belirli konuşma kriterleri içerisinde debeleniyoruz. yasak kelimeleri kullanmamak, söylemek zorunda olduğumuz tek tip repliklerimiz, kibarlığımız, soğukkanlılığımız, konsantrasyonumuz, bunların hepsinin bir arada olup müşterinin derdini bilgisayar başında doğru anlamak, doğru ve eksiksiz işlem yapmak zorundayız. bu arada yaptığımız herşey dakikalar hesaplanarak mola, çay, yemek, sigara ve sıçmak için kullandığımız süreler bir program üzerinden saat.dk.sany. olarak tutuluyor. ay sonunda gösterdiğimiz performansa göre (köpek gibi ne kadar çalışılır yarışının sonucunda) prim alıyoruz. birde çalışma arkadaşlarımız var tabi, her an sizinle yarış içinde olan, kim daha çok konuştu, kim daha fazla çalıştı diye sürekli sidik yarıştıran.
anlayacağın okuyucu, şu bir türlü bitmek bilmeyen, artık bir yaşam tarzımız olan ekonomik kriz, meslekler arasında özgürlüğüne en çok düşkün gazeteciyi, haberciyi bir cam fanusa tıktı. kıpırdayamıyorum. muhabirlik yaptığım dönemlerde şehrin altını üstüne geçirerek haber peşinde koşan ben şimdi en fazla yan yana dizili, göt göte oturulan dikdörtgen bankolar kadar bir alana sahibim. yanlış anlaşılmasın, işimden gocunmuyorum, sonuçta ben olmasam biri bu işi yapmak zorunda. ama bu işi severek yapan insanların olduğuna bile hala inanamazken "benim burda ne işim var" diye çığlık atmam şaşılacak şey değil. mesleğimi yapamıyor olmanın sıkıntısının yanında birde bu stresi yüreğim kaldırmıyor ama çok ta fazla bir seçeneğim yok uzun bir süre daha. ait olamadığım yerlerde, ait olamadığım insanlarla geçip gidyor en güzel zamanlarım, çaktırmıyorum kimseye. ama,
mutsuzum ulan!!! işimden aşkımdan kendimden nefret ediyorum...