Pages

2 Nisan 2010 Cuma

öyle işte

yalnızım. odanın ortasında. televizyonda bir kanal açık, bir programda adamın birinin intihar hikayesi anlatılıyor, kafam sadece belirli kelimelere taklıyor, hemen akabinde duyduklarımı unutuyorum. 
bir mum yaktım. sigaramın dumanını çekiyor. yersen. bir şarkı dinliyorum...  cem adrian söylüyor ;
"insanlar. yalnız ve umutlu.. bitti. bitmez dediğimiz masallar.. elimizde kalan yalanlar.. ufalmış.. incinmiş.. oyunlar..."
kulağa hoş geliyor...
yarını düşünmek istemiyorum. kimseyi düşünmek istemiyorum. içimde kötülükler büyütüyorum. içimde sevgiler, sevgililer öldürüyorum.  ellerime bakıyorum, hala narin ve ince.  dostlar beni konuşuyor diyürum yaşlanmış bir iç geçirişle.  
öyle işte.
 

20 Mart 2010 Cumartesi

Şimdi sana bu dünyayı hediye ediyorum, Ve orada bana yer yok biliyorum...


Sözlük manası olmayan kelimeler tasarladım seni anlatmak için. Anlamın sadece bende kalsın istedim. Kuralsız cümleler kurdum kalıplara girme diye. Notalarla gökyüzüne çizdim belli belirsiz gülüşünü. Bu bir ilk olsun istedim. Yeni yerler keşfedemezdim senin için, ayak değmemiş yeri kalmamış dünyada. Sana bakarak yeniden boyadım bende evreni. Ve senin için düzenledim adını giz koyduğum gezegeni. Burası senin olmalıydı ve heryeri senin sevdiğin renkle renklenmeliydi. Müzik aletleri senin sevdiğin şarkıları çalmalıydı ve seni resmetmeliydi bütün ressamlar..
Mutlu sonla biten hikayeler yazdım sonra. Hepsinin kahramanı sendin. Seni üzen herşeye müebbet hapis verdim ve gözaltına aldım muhtemel olumsuzlukları. 
Öyle masum olmalıydınki yaptığın her yanlışta suçu üstüne alacak mazeretler gizledim sağına soluna. Tenine değecek rüzgarıda hesapladım, üfledim ve bıraktım. Saçlarını savuracağı kesin. Yağmurun gözyaşlarım, güneşin yanan koca bir yürek. Kış istersen yalnızlığım yeter, bahar istersen umutlarım yeşertir dünyanı. 
İstemeyeceğin herşeyi sınır dışı ettim türlü suçları üzerlerine yıkıp. Neyin ne kadar olmasını istersen o kadar yaptım. Ne eksik ne fazla. Her kaprisine her nazına dayanacak dağlar yükselttim gökyüzüne ve eteklerinde sevdiğin çiçekler... Yorulacağını bildiğim her yereçınar gölgesi bıraktım. Yanına da sesi seni dinlendirsin diye berrak bir dere. 
İstediği bir şey yapıldığı için ağlamayı bırakan bir çocuğun huzurunu koydum gözünün gördüğü heryere...
Şimdi sana bu dünyayı hediye ediyorum, Ve orada bana yer yok biliyorum... 

Ümit Kaygusuz'a aittir.

[Kaptan'a...]
                                             

15 Mart 2010 Pazartesi

rapunzi'den haberler...

  • dün tuna ile dışarı çıktık, önce galatada, enginarda yemek yedik... sonra bişeyler içmeye başka bir mekana geçtik... orda söyledi, ilkokul öğretmenimiz vefat etmiş... çok hastalık çekmiş ölmeden önce. bundan 4-5 sene öncesine kadar arayıp sorardım öğretmenler gününde sonra ne eşşeklik ettimse hiç aramadım öğretmenimi. dün,"içimde mavi önlüklü bi kız çocuğu ağladı... pişman ve vefasız..." nefret ettim kendimden... en kısa zamanda utana sıkıla da olsa mezarına ziyarete gidicez bizim tayfayla...
"sen benim ilk öğretmenim, babamdan sonra tanıdığım güvendiğim sığındığım saygı duyduğum ilk insansın... ve hep öyle kalacaksın öğretmenim...mekanın cennet olsun, kalbim hep seninle...."

  • bu arada teyze oldum.... kuzenimin kızı oldu...minicik, elleri ayakları yumuk yumuk bir bebeğimiz var, üstelik kadınlar gününde dünyaya geldi... annesine kadınlığının en güzel hediyesi oldu... evet farkındayım bir yazıda hem ölüm haberi hem doğum haberi biraz fazla ama benim hayatım bu işte... bir varmış bir yokmuş...
  • kaptan'ı özlemeye devam ediyorum... 
  • işler yolunda değil, ajans dallas gibi... herkes birbirinin kuyusunu kazıyormuş meğer... bir kaosun içindeyim... bu arada kendimle ilgili yeni oluşumlar içindeyim... sanırım kısa bir süre sonra kendi işimi yapıyor olacağım. yarın önemli bir toplantı var, sanırım yarın bir çok şey şekillenecek...
  • annemin ikinci bir kalp ameliyatı söz konusu, oda yarın belli olacak... canım annem ne olur tekrar o masaya yatmasın, buna gerek kalmasın raporlar temiz çıksın...
şimdiik benden bu kadar,
öperim.

    18 Şubat 2010 Perşembe

    İŞE BAŞLIYORUUUUM :)


    flas flas flasss :) delirapunzel yarın itibariyle işe başlıyoooooooooorrrrrrrr :)
    evet bu sefer oldu, hemde tam istediğim gibi herşey.... görüşmemiz akşam altıdaydı. öğlen bi kaç yerde işim vardı onları hallettim önce. sonra eve glip hazırlandım, annemin muhteşem dualarıyla evden çıktım :) yolda epey bi trafiğe takıldım, ıhlamurdan beşiktaşa doğru yol adımadım ilerlerledi resmen. ajansa gittiğimde yediye geliyordu, içeri girdim beni toplantı odasına aldılar, uzun bi süre benimle görüşecek kişiyi bekledim, bu arada çalışan herkes tek tek yanıma gelip benimle sohbet etti. bu beni rahatlattı, en sonunda B. hanım ile görüşebildim, mülakattan daha çok sohbet havasında geçti, onlar anlattı ben anlattım derken birde baktım kartvizitlerimin bile siparişi verildi :) şaka gibi:) şartlarda anlaştık ama 15 günlük bir deneme sürecim var. bu sürede karşılıklı değerlendirme yapıp iş sözleşmesi imzalanacak.
    ortam çok eğlenceliye benziyor, rahat insanlar en azından beni germediler, hepsi güleryüzle karşıladılar, bu kadarını beklemiyordum açıkçası. patron ve genel koordinatör ile okeyleştikten sonra bütün ekibi çağırıp zaten tanışmış olduğum çalışanlarla tek tek tanıştırıldım:) ve hemen akabinde yarın yapılacaklarla ilgili toplantıya dahil edildim. herşey o kadar ani olduki konulara da fransız kalışımdan mütevellettit epey bi alık modundaydım. 
    velhasıl yarın saat dokuzda yeni iş hayatımın startı veriliyor, umarım herşey başlangıç gibi yolunda gider....
    yarın çok önemli bir müşteri ağarlanacakmış, bu yazıyı bitirdikten sonra ne giysem telaşına başlayacağım, hatta önce bir duş alıp kendime bir spa uygulayayım :)
    çok mutluyum çokkkk :)
    bu arada yolda gelirken kaptan'a da haber verdim, tebrik etti beni hayırlı olsun dedi :) ilk maaşımla  nevizadede bir büyüğe! danışıp ıslatıcaz) bidaa mutlu oldum, çok mutlu oldum :)
    yarın stresli ve sıkıntılı bir gün beni bekliyor, malum ilk iş günü:) hepinizi öperimm, ve iyi dilekleriniz için hepinize çoook çoook teşekkür ederim....


    17 Şubat 2010 Çarşamba

    az kaldı bitecek...

    cv mi güncelledim geçen gece. ve bir sürü yere mail olarak gönderdim. dün sabah onlarca firmadan mail ve telefon aldım. kimisini lokasyon kimisinide isimleri bakımından eledim. bir ikisiyle görüştüm. şartlar içler acısı, utanmasalar gel karın tokluğuna çalış diyecekler. dün akşam birisiyle tam anlaşır gibi oldum, hemen başla dediler ama maaşı ve ortamı çok içime sinmedi, sonrasında vazgeçtim. bu gün yine iki firmadan randevu verdiler. yarın gidip görüşeceğim. bunlardan biri beşiktaşta hem isim olarak hemde semt olarak uygun geldi, şartlarda da anlaşırsak hemen kabul etmeyi düşünüyorum. iş hayatını çok özledim. aylar oldu işsizliğim ve ilk gençlik yıllarından bu yaşıma kadar çalışan biri olarak, ilk başlarda dinlence olarak değerlendirdiğim süreç şimdi beni bunalımlara gark ediyor, oyalanacak birşeyler bulamıyor olmaktan saçma sapan şeylere meyil edip zaman öldürmeye çalışırken, kendimi, birikimlerimi, enerjimi ve psikolojimide öldürmeye başladım. hani hep derim ya "bir sabah güneş benim içinde doğsun" diye. yarın yine bu dilekle uyanacağım, "ne olur işe kabul edilebileyim, ve artık hayatım bir düzene girsin" diyorum.
    bu gün eski bi kız arkadaşmla görüştüm, eskilerden konuştuk uzun uzun demli çayların yanında. -birde çok sevdiğim kazandibi tatlısı yedim. bu tatlı beni mutlu ediyor biliyorum-. bu arkadaşım benim ilk ve orta okuldan arkadaşım, çok erken bir evlilik yaptı, şimdi yedi yaşında bir kızı var. ve aynı annesinin küçüklüğü, onu ilk tanıdığım yedi yaşında ki halinin kopyası. tuhaf. kötü bir evlilik yapması ve tek başına kız çocuğu büyütüyor olmasının yan ında erken anne olmak muhteşem bir duygu olsa gerek, diye söylenip durdum bütün gün. nerde bir çocuk görsem "bu benim olsa neolurdu sanki" diye serzenişlerde bulunan bir insanım ben ahali. umarım bu dünyadan çocuk sahibi olmadan gitmem.
    neyse şekerler, artık buradan güzel şeyler paylaşmak için sabırsızlanıyorum, ve yazılarımı okuyup benimle birlikte sıkılan herkese de teşekkür ediyorum.
    "umarım, yarın güneş sizin içinde doğar"....
    öperim.

    birgün...

    yorgunum, kafam vücuduma ağır geliyor artık. ama yaşadığım herşeye rağmen içimin biryerlerinde biraz umut, biraz güç var hala. şaşırıyorum kendime herşey bu kadar düzelmemeye yüz tutmuşken, yaptığım onca hataya rağmen içimdeki deli cesaretine, o büyümeyen çocuğa, küçük mutluluklardan kendindine pay çıkartan yanıma. özlediklerim benden çok uzaklarda olmasına rağmen onları bir gün yenden görebilme umuduma. 
    biliyorum bir gün bu umutvar çabalarım boşa çıkmayacak, bir sabah gün benim içinde başlayacak...

    10 Şubat 2010 Çarşamba

    Güneş

    Küçücük bir güneş ışığına nasılda kapılıveriyor içim, nasılda mutlu oluyorum. Odanın tam ortasındayken bütün öfkeler kızgınlıklar, her yere dağılmışken ümitsilikler nasılda sevinebiliyorum dışardaki güneşe... Tanrım, ben çok kocaman, devasal mutluluklar istemiyorum görüyorsun değil mi?

    8 Şubat 2010 Pazartesi

    Kırık Sabahlar

    Hayat adil değil, en azından son zamanlarda. Evet son zamanlarda sınandığımı düşünüyorum. Bir film vardı hatırlarsınız "thurman show" aynen öyle işte. Sanki etrafımda ki herşey dekor, herkes oyuncu gibi. Ve beklediğim bilinen son, karton bir gökyüzüne çakılmak olacak. Son yıllarda canımı kim yaktıysa affediyorum, aldatanları affediyorum, göze battıklarımı, görmezden gelindiklerimi, incinmelerimi, dargınlıklarımı erteliyorum. Kolaylaştırmaya çalışıyorum zor'ları. Duymazdan geliyorum ruhuma acı verenleri, gözyaşıma sebep olanlara gülümsüyorum... çaktırmıyorum yani.... velhasıl çok uğraşıyorum mutlu olmak için ama olmuyor işte ne yapsam olmuyor. Öğrendim ki,mutluluk oldurulabilen birşey değilmiş, olmayınca ağzınla kuş tutsan da hayatın sana kurduğu tuzakları bozamıyormuşsun. Her gece yatarken "Yarın başka olacak" diyerek uyumak ve sabah olduğunda kendi uydurduğun hayallerde kırılmak silsisinde geçiyor günler... Cevapsız sorularda yılgınlığın resmini gormek, aynaya bakmak gibi...

    20 Ocak 2010 Çarşamba

    Seni iradeli sevmek nasıl bir açlıktır bilemezsin!


    Her defasında aynı tat var sanıyorum,
    Oysa ne çok yalan var ne çabuk aldanıyorum,
    Belki bir yerde duruyordur diyorum
    Ve buldum sandığımı o yere koyuyorum,
    Belki biraz diner sandım seversem yeniden içimin acısı,
    Oysa ne kalbim bıraktı acıyı ne de dudaklarım acının tadını,
    Öylesine vurucu bir dalga gelip geçen üzerimden,
    Her defasında hayallerimi yıkan,
    Ve akıp giden bir dalga tadıyla tenimin,
    Seni bana beni sana karıştıran tuzuyla terimin!
    Tek başına sevdiğim gibi tek başına yıkabilir miyim dalgaları?
    Sevmesem diner mi içimin yası?
    İrade nedir bilir misin?
    Durup bakmak sana bir köşeden,
    Çocuk gibi gülümsemek içimde solanı görme diye
    Ve dokunmadan hissetmek nasıl koktuğunu,
    İçmek dudağına değen kokulu çayın bardakta kalanını, her yarım bıraktığını,
    Gittiğin zaman kapıyı kapatıp geride kalanlara kahkaha atmak gizlenircesine,
    Nasıl bir yakalanma korkusudur
    Sorma!
    Bilemezsin nasıldır sana iradeli davranmak…
    Küçük bir kızı oynayıp, kocaman bir kadını saklamak,
    Ve istendiğini hissedememek,
    "Dur! Sus! Yapma!"yı bilmek,
    Bilip beyninden kalbine hiçbir hücrene söz geçirememek,
    Tekrarlanan bir sayfanın üzerinden her gün geçmek,
    Bazen yokmuşsun gibi davranıp,
    Olduğun her ana şükretmek,
    Ve geçtiğin yerlerde diz çökmek…
    Oynamak! Hep oynamak, rolü iyi omuzlamak,
    Durmak!
    Susmak! Sustuklarını yutmak,
    Bilmek ve de…
    İmkânsızlığını, olmayacağını…
    Göze alamayacaklarını görmek,
    Sana iradeli davranmak nasıldır bilemezsin…
    Aşk insanı bu kadar ucuzlatır mı?
    Hayal etmek dediğin bu kolay mı?
    Sen her şeyi biliyorken,
    Ben her şeyi göze almışken,
    Sana uzaktan kıvranmak,
    Nasıl acılı bir kanserdir bilemezsin!
    Gecenin en berbat saatinde,
    Dudaklarım titreyerek, boynuma dolanan saçlarımdan nefret ederek uykusuzluğuma sövmek,
    Ve imkânsızı bildiğimden kızamamak sana,
    Nasıl bir öfkedir bilemezsin!
    Bırak gel her şeyi!
    Ben kaçıp gitmeye hazırım,
    Bırak boğulmama, içinde kalmama izin ver!
    Yüzüme dokun, konuşma,
    Çay yapayım, sabaha kadar susalım,
    Bana bakarak uyu,
    Giden ben olayım!
    Geride kalanı ya al ya da bırak,
    İçimde her şey noktalanmış kalsın,
    Seninle virgüller atamamak hayata,
    Nasıl bir noktadır ki dönemezsin,
    Seni iradeli sevmek nasıl bir açlıktır bilemezsin!
    Dilerim böyle bir zulme hiç bulanma,
    Ve hiçbir aşka tek başına doyma,
    Hayran değilim ne asaletine kalbimin ne de sabrına,
    Sana her baktığımda onu acıtmak nasıl bir günahtır bilemezsin!

    14 Ocak 2010 Perşembe

    Olmadı!


    Güzel haber yok dostlar...Olmadı...Sağlık olsun...

    Yorgunum, epeyde bir yağmur yedim...
    Son günlerdeki Hayal Kırıklıklarım kadar sağnaktı yağmur...


    12 Ocak 2010 Salı

    iş iş iş

    An itibariyle başvuru yaptığım bir kurumdan telefon aldım, Ar-ge, araştırma departmanında çalışmak üzere yarın görüşmeye bekliyorlar:) Dün yazmış olduğum pazartesi sendromsuzluğu sanırım işe yaradı:)
    Heycan yaptım birden, ve içimden bir his bu işin olacağını söylüyor. Hadi hayırlısı.


    Şimdi kalkıp toparlanmam lazım, önce evi toparlamalıyım, sonra kuaföre falan gidip kendime bi çeki düzen vereyim, yarın ne giyeceğimi ayarlayayım, dosyalarımı düzenleyeyim... gibi gibi...
    Yaşasın yaşasın yaşasın. delirapunzel çok mutlu oldu:)

    Pazartesi sendromsuzluğu sendromu!

    Bu gün günlerden pazartesi. Ne gam! çalışırsın pazartesiler koyar insana, çalışmassın iki defa koyar. radyoda bile bütün şarkılar sabahın 7sinde işe gitmek üzere olan insanlar için çalınır ve onlara iyi haftalar dilenir. İşsiz olmak zor zanaat çalışmayı sevene!
    Bu gün cep telefonum akşama kadar kapalıydı, evden çıkarken yanlış şarj aletini almışım. umrumda bile olmadıı. Cumartesi akşamı evden çıkış o çıkış, önce ozgeyle birlikteydik, güzel bi akşamdı, bir şişe şarap ardından güzel bir film, filmin sonunu göremeden uyuya kalmışız...
    Pazar sabahı da güzel bi bahçede kahvaltı ettik... sonra papatyaya gittik  Ben diyim 5 sen de 10 tane film izledik üstüste, artık hikayeleri oyuncuları birbirine karıştırır hale geldik... Yine sabaha karşı uyumuşum...
    Bu gün öğleden sonra geldim eve. Herşey aynı. Günlerden pazartesi...

    9 Ocak 2010 Cumartesi

    "sutyenin ne renk?" kampanyası!!!!

    amacını sapıtan facebook kampanyalarına bir yenisi daha eklendi gözümüz aydın!!!
    neysmiş efendim sütyenimin rengini "ne düşünüyorsun" kısmına yazacakmışız, meme kanserine destek olup dikkat çekecekmişisiz. mesajı aynen aktarıyorum;
    "Herkes "ne düşünüyorsun" köşesine sütyen rengini yazsın. Ama sadece renk, başka bir şey değil.
    SONRA, bu küçük bilgiyi özel mesajla listenizdeki SADECE kadın arkadaşlarınıza yollayın.
    Sonra bakalım ne kadar hızlı bir şekilde göğüs kanseri farkındalığını yayabileceğiz ve kadınların bu renkleri yazması erkekler tarafından ne kadar sürede merak edilecek
    " 
    şimdi benim anlamadığım konu şudur hocam. biz çamaşırımızın rengini statümüze yazmakla nasıl bir destekte bulunmuş oluyoruz? bu bir çamaşır markasının reklam çalışması için ön oyunumudur? hadi destek olduk diyelim, bunu erkekler niye farketsin, farkettiler diyelim, adamın biri çıkıp sorsa hatun kısmısına "herkes bi renk yazıyo nedir bu olay bana da bir diyiver" ne halt yenecek bu durumda. hadi hepsini geçtim, bu mesaj eminimki erkekler arasına da illaki sızacaktır, ve hatun sutyeninin rengini yazdığının ertesi günü bıyıklarını kıvıra kıvıra senin sutyenin ne renk olduğunu öğrenecek. her gün açıp bakacak "acaba bu gün ne renk  giymiş?" diye... 
    yapmayın gözünüzü seveyim, zaten yeterince doğuştan android abazanlara sahibiz, neden bu bünyeleri tetiklemek için birde üstüne kitlesel hareketlere başvurursunuzkie? 
    asıl önemlisi, bu birazda meme kanseriyle mücadele veren, bu hastalık yüzünden  ölen insanlar ve yakınlarıyla, tedavi gören insanlarla dalga geçmek değilmidir?
    allahım sen bu kadın milletine akıl fikir ver. 

    İstasyon Cafe'de Buluşalım :)

    Pek sevgili okuyucu,
    Sözünü etmiş olduğumuz blogumuz, pardon Cafemiz nihayet açılmıştır. Bu günden itibaren dev kadrosu; Lolla, Cemo, Allegra'nde, Kediye kafa Atan Psikopat Fare, Bekriya, Yaşlı Doğmuş Genç Kadın, MassacredmyselfEliza ve naçizane ben DeliRapunzel sizlerle İstasyonCafe'deyiz.
    Çayını kahvesinni alan gelsin anacım, ayrıca da manzarada tamamen size ait:) bol sohbet, bol yazı ve keyif bizden:)
    İstasyonCafe  personeli adına saygılarımlan. :))

    8 Ocak 2010 Cuma

    Aldatılan kadın büyüyünce ne olur?

    kimisinin gözüne gözüne sokulmuştur aldatılışı, kiminin ruhu duymamıştır çoğu zaman. kimi görmezden gelmiştir, kimi tahammül edebilmiştir
    aldatılan kadınlar dünyanın en güçlü kadınlarıdır aslında. görüntüye aldanmak yanlış olur keza. eğer bir kadın aldatılmışsa,
    tüm kalabalığına rağmen hayatının en büyük yalnızlığını en az bir kere öğrenmiş olur,
    tanıdığı bütün erkeklere kısık gözlerle bakar,
    eğer ki çok sevmiş, çok sevilmiş, ve bunun sadece bir sanılgıdan ibaret olduğunu görmüşse -ki aldatılmıştır birkere, bütün kaleleri önce zapt edilmiş sonra bir bir yıkılmıştır...
    bir süre sonra en çok kendisini sevecek ve en çok kendine güvenmeyecektir bir daha aldanmayacağının garantisi yoktur hele ki onca inanmışlık inandırılmışlıktan sonra...
    aldanan kadın kendini kandırmış, aldatılan kadın ise kandırılmıştır...
    kendi hemcinsleri ile çelişkilere düşmüştür, keza aldatılışına sebep başka bir kadındır...
    çoğu zaman bir kadını aldatan erkeği değil, o başka kadındır...
    aldatılan kadın kendine inkarcıdır, görmek duymak konuşmak kabullenmek istemez...
    bu süreç yorar kadını, öfke bir çocuk gibi büyür, günleri yılları sayar, yaşını bulur...
    kendisini karşısına alır, çoğu zaman başı iki elinin arasında konuşmayı öğrenir. belki de o zamana kadar hiç sormadığı o soruyu sorar kendine "ben nerde yanlış yaptım?"
    dost ve arkadaşlarını eler, yanında olanlar, karşısında olanlar... bilipte susanlar, boşverenler, suratına iki tokat atıp kendine getirenler...
    aldatılan kadının zaafları tükenmiştir, en başında dediğim gibi dünyanın en güçlü kadınıdır aldatılan kadın çünkü, ilk önce zaaflarından sıyrılır, listenin en başında kör gözünün hiç göremedikleri belirir...
    savunma mekanizması bir çok yerde gereksiz yere çalışır, herkesi potansiyel "aldatabilir" olarak gördüğünden, yalnız kalır, yanına yaklaştırmaz kimseleri...
    ayna karşısında, şimdiye kadar hiç dikkatini çekmeyen çizgileriyle buşuşur... dokunur geçmişine yaşadıklarına dokunur gibi...
    asıl en acı olanı ise bir kadın için... geçmişe sünger çekmek varken, bütün öfkesine rağmen güzel günlerde kalır aklı...
    su yüzüne çıkan yalanların aslında kocaman yalanlar değil, küçük su damlacıkları olduğunu görür... büyük yalanlar değil küçük ve pembe yalanlardır onu bu hale getiren...
    arkadaş dost sohbetlerinde profosyonelce maskeler takar, güzel oynar rolünü...
    en çok gülen, en çok konuşan, en çok eğlenen olmak ister kalabalıklar arasında...
    ve yıkılmış gururnu onaracak yine kendisidir sadece. bunu başarabilmenin tek yoludur. "evet aldatıldım" demek. kendisiyle alay edebilmek..

    aldatılan kadın büyür, büyüdükçe güçlenir... yaşı kaç olursa olsun, dünyanın en güzel kadını olur...

    Yeni bir blog geliyor millet!

    Aslında daha çok erken ama sizlere duyurmadan edemeyeceğim. Yeni bir blog geliyor millet. Çok sevdiğim bir kaç blog arkadaşımla örgütleyenerek böyle bir oluşumun içine girmiş bulunuyoruz. Şu an için tema ve görsel çalışmalar sürüyor,  "öyle olsun aman yok o olmasın bu olsun" derken çok fazla zaman alıyor. Bu kollektif blogta, her telden haberlere, görsellere, gündeme dair sokup sokuşturmacalarımıza, magazinden siyasete, internet ve sanal dünyadan bir çok konuya yer vereceğiz. Zamanla gelişip büyüen bir aile olacağımızı düşünüyoruz.
    Bu kısa tanıtımdan sonra ben yüksek müsadelerinizle çalışmalara geri dönüyorum:)

    7 Ocak 2010 Perşembe

    sıkıntıdan nağmeler

    içimde bi huzursuzluk var sanki. ne yapsam olmuyor gibi. kalsam olmuyor gitsem olmuyor. yazsam olmuyor, konuşsam olmuyor. ağlasam olmuyor, gülsem olmuyor sevsem olmuyor, sevmesem olmuyor gibi gibi gibi...
    aklımı, aynı an içersinde birden fazla yerlerde buluyorum. toparlayamıyorum kendimi. uykusuz geceler başa bela.
    yarın biraz değişiklik yapıcam. monotonluktan sıyrılıp şöyle bi sokaklara caddelere çarşılara atmayı düşünüyorum kendimi. akşam da ozy le buluşup bişeyler yapıcaz. çok uzun zamandır ekiyordum onu, bu defa hayır diyemedim.
    neyse, saat onikiye geliyor birazdan kalkıp kendime domates çorbası yapıcam. canım nasıl çekti anlatamam. mmmmm bide üstüne mis gibi peyniri bastımmı deymeyin keyfime...

    buda nerden çıktı? demeyin. canım sıkılıyor. hemde çok. gece vakit geçmiyor. düşünüp düşünüp canımın bişeyler çekmesini sağlayıp sonrada kendimi mutfağa atıyorum. hem yaparken hem yerken kafam dağılıyor. merak etmeyin, öyle zamansız yediğim yemekler bana gıdım kilo aldırmaz, metabolizmam alışkın böyle saçmalıklara, o yüzden de abuk tepkiler vermez.

    ha bide bu gece şeye çok güldüm lan. bursada emniyet müdürlüğü ve kaymakamlık soyulmuş. derin bir yuh çektim en dışımdan. güldüm. hemde çok. sinirlerim bozuldu.

    Aşk

    Bir mahkeme kurulsun adıma,gözlerine bakma cezası verilsin müebbet.Alınırken bu hapise, kapıda özlemini duydukarımdan biri olsun,bütün renklerimi emanet alsın..Bileklerimde kokundan bir kelepçe...(bileklerim sızladı kurarken bu cümleleri)
    Demir parmaklıklarım tenin..çok soğuk..Sıkı sıkı tutunuyorum,yaktığın avuçlarımın içinde,sarsıyorum!

    "Çıkartmayın beni burdan..!"

    Her bir parmaklığa tek tek üşüyorum..Nihayetinde zamana yenik düşüyor aklım,hapsindeyken..Aklımı aldığını sanma,ben veriyorum onu da...Böyle bir yerde ihtiyacım yok.Fazladan bir kalp getirmek isterdim yanımda,ama senin yoktu doğru ya!

    Çok geçmeden sabıka kaydıma işlenmiş suçum.Bomboş bir sayfada tek kelime..

    "AŞK"

    Ve bir zarfa koyulup,adrese teslim istedim...Şuanda bana suç ortaklığı etmektesin..Seni bileklerimi sızlatırcısına,ölürcesine üşütene kadar,gözlerimden gözlerini ayırmayacağın her an için bekliyorum!Gelirken siyahını emanete bırak...Ben ikimize yetecek kadar aldım bu gece..

    6 Ocak 2010 Çarşamba

    Kankam olmadan asla! :)

    Dün gece yine sabah saatlerine doğru artık uyuyamamaktan bithap düştüğüm anlardı. uzun zamandır kendimi manastıra kapatmış gibi yaşadığım için (sadece geceleri dışarı çıkan yarasa tanımı da farklı versiyonum) ne kitap kalmış okunacak nede izlenecek film. İnterneti biraz kurcaladıktan sonra izlemediğim bir film buldum. "Bride Wars" 2009 yapımı bu film aslında çok fazla kızsal bir durum. Çocuklukları boyunca planladıkları gibi bir evlilik töreni ile evlenip birbirlerinin nedimeleri olacaklarının hayalini kuran iki kız arkadaşın hikayesi. İkisininde hayali New York’un en ünlü düğün mekanı The Plaza Hotel’de evlenmektir. Ancak bu mekanda tek bir boş gün kalmıştır ve ne yazıkki bir yanlışlık sonucu  ikiside aynı güne tarih alabilmişlerdir. New York’un en ünlü düğün mekanı The Plaza Hotel'nde evlenmenin hayalinin yanı sıra, birbirlerinin nedimeleri olacaklarınıda düşünürsek ikisinden birinin düğününü ertelemek zorunda kalacaklarından, ve ikiside bu duruma yanaşmadıklarından dolayı düğün telaşı tamamen bir yarışmaya dönüşmüştür, üstelik nedimesiz...
    Filmin sonuna gelmeden burda kesmek istiyorum. Aslında bu tarz filmlerden çok hoşlanmama rağmen kendimi bi an filmin içinde buldum. Düşündümde en yakın kız arkadaşım olmadan düğün telaşının heycanın büyük bir kısmı malesefki kayboluyormuş. Çocukluklarından beri birbilerinin hayalini ezbere bilen iki kız arkadaş için oldukça zor bir durum. Ve oldukça duygusal sahneler var. Hayallerini ertelememek için en yakın arkadaşıyla yarışarak onun fikirleri desteği paylaşımı olmadan aslında bu işlerin ne kadar zor olduğunu anlatıyor. Birlerine çok bağlı olan bu iki arkadaşın duygusal ve komik hikayesi beni tuhaf bir şekilde etkiledi. İzlemeyenleriniz varsa kesinlikle boş bir vakitinizde izlemenizi tavsiye ederim. filmi izledikten sonra en yakın kız arkadaşınızı arayıp, sesini duyma ihtiyacı duyabilirsiniz ;) şahsen ben kendisini sabahın 4ünde aramaktaydım :)


    şurup içmenin yaşı yokmuş üstadım. bu sinecod ben çocukkende acıydı, eşşek kadar kız oldum hala acı. çocukkende anneme bi saat ağzımı açmazdım eşşek kadar kız oldum hala bi saat açamıyorum.(evet şurubumu hala annem içirir, çünkü bana bıraksa hiç bi zaman içmeyeceğimi bilir)

    5 Ocak 2010 Salı

    sigara öksürüğe iyi geliyormuş anne sen bilmiyosun! :)

    hastayım. haftasonu tam iyileşecek gibi oluyordum kii, hoooop diye gecelere akınca, senmisim soğuk soğuk darkları yuvarlayan diyerekten şak diye yapıştı boğazıma öksürük illeti. hele birde duş almadan sokağa çıkamayanlardansanız benim gibi vay halinize o zaman. ha bide sigara faktörü var. insan hastayken sigaranın tadını bir türlü alamaz, içerken o dumanı neresine çektiğini bir türlü anlayamaz ama buna rağmen her zamankinden daha çok çeker ya canı aynen o moddayım. bardak bardak ballı ıhlamurları içerken, bir yandan da sigara içmek nasıl bir ironidir biri bunu bana ve anneme açıklasın!!
    öperim.

    4 Ocak 2010 Pazartesi

    Artık çok geç !

     

    barın her zamanki köşesine tam yerleşiyorduk ki, cep telefonum çalmaya başladı. arayan harun'du. -nerdesiniz? dedi. söyledim. bi kaç dakika içinde geldi. . yanında bir arkadaşı vardı. saat henüz erken olduğu için mekan boştu. barın köşesini dönmüş dört kişi biz vardık. içkilerimizi söyledik ve ordan burdan sohbet etmeye başladık. duvar dibinde tuna yanında ben ve diğer yanımda harun... öyle havadan sudan konuşuyoruz tabi. işlerden ordan burdan arkadaşlardan falan... ben aynı eskisi gibiydim. gülüyorum, espriler yapıyordum... hatta bir anönce müziğin volumu yükselsinde dans edeyim diye sabırsızlanıyordum. tabi bu arada harun'un tavırlarıda gözümden kaçmıyordu. çok fazla gereksiz bir ilgi içerisindeydi. bir ara lavobaya gitmek istedim ille ben götüreyim seni dedi ve yanımda geldi. sonra yine eskisi gibi içkimin yudumlarını saymaya başladı fazla içmemem için, hep yaptığı gibi! şişenin yarısına geldiğimde, elimden alıp o devam etti. sigara içmeye kapıya çıktığımda sigarasını ve içkisini alıp hemen arkamdan geliyordu. konuşurken sürekli gözlerinin içi gülüyor, ve ikimize dair konuşacak bişeyler arıyordu... bana yaptığı onca şeye rağmen hala nasıl hiç birşey olmamış gibi davrandığıma şaşırıyor, diğer taraftanda utanıyordu. anlamak çok zor olmuyordu. ilerleyen saatlerde arkadaşlar gelmeye başladılar tek tek. önce tuna'nın sevgilisi geldi. sonrada diğerleri. müzik başladı ve ben yavaş yavaş ısınıp dans etmek için kalktım bardan. harun'un taburesinin hemen yanındaydım. eskiden de tek başıma dans etmemden hoşlanmazdı. bütün dikkatiyle, sağımdan solumdan geçenlerden beni kollamaya çalışıyordu... daha sonra kendisi de kalktı ve birlikte dans etmeye başladık. bu defa  arkadaşlar pür dikkat bizi izliyordu. benim bakışlarımda ki ifade "ne bakıyorsunuz, olağan üstü birşey yok" anlamında gayet ruhsuz ve sevimli bir ukalalıktaydı. harun ise gözlerini gözlerimden çekmiyordu. fotoğraflarımı çekti, fotoğraflarımız! çekildi. o barın o taburelerinde sevgiliyken çekildiğimiz belki yüzlerce fotoğrafımız vardı...
    gecenin sonuna doğru harun'un da arkadaşları katıldı. sonra biz tuna ben ve sevgilisi gitmeye niyetlendik. harun'un arkadaşları daha yeni geldiği için bir an bocaladı. bi etrafına bi saatine bi bana bakınıp durdu biz toparlanırken, "-bekle birlikte çıkalım, yada istersen seninle gelebilirim" dedi. "-gerek yok, sen arkadaşlarınla ilgilen yeni geldiler ayıp olmasın" dedim. peki o zaman deyip kapıya kadar çıktı bizimle. tuna ve sevgilisiyle vedalaştıktan sonra beni sona bıraktı. sarıldı, bende ona sarıldım, tamamen ruhsuz bir hamleyle yanağından öperken, rujum iki yanağında da parladı.. gülümseyerek yanağındaki rujumu sildim, "yinemi yaptın" dedi gülümseyerek. evet dedim bende gülümseyerek. "keşke yine....." diye bir cümle kuracakken, "saat epey geç oldu harun'cum, sana iyi eğlenceler" diyerek, lafının devamını getirmesini engelledim. onu barın kapısında bırakarak tunaların yanına doğru yürüdüm. yağmur başlamıştı, sicim gibi yağıyordu.... ve sonunda artık sarhoş değilmiş gibi yapmayı bırakabilirdim.... taksiye binene kadar arkama bakmadan yürüdüysemde, taksinin kapısını açarken istemdışı bi şekilde kafamı çevirdiğimde, duvara yaslanmış bi şekilde hala arkamdan baktığını gördüm. evet "saat epey bi geç olmuştu!"

    2 Ocak 2010 Cumartesi

    bekleme süresi...

    hoffff, kafam kütük gibi, bi kase boyayı kafama boca etti annem, kulaklarım dahil alnımın ortasına kadar simsiyah boyalar neredeyse vücudumun heryerine sıçradı. annemle müthiş bir savaş verdim. her yerim boya oldu. gece dışarı çıkıcam ve umarım alnımda ve kulaklarımda öbek öbek siyahlıklarla çıkmak zorunda kalmam. doğum günü iptal oldu. bu yüzden free takılıp eğlenicekmişiz bizimkilerle. az öncede bi yandan tuna aradı ne program yapalım akşama diye. bu arada akşam harunda gelicek. dün akşam üstü aradı beni yeni yılımı kutlamak için. konuştuk biraz havadan sudan. beni çay içmeye çağırdı ama ben tam o sırada manavdan domates seçmekle meşguldüm. hoş müsait olsamda gitmeyecektim zaten. -yarın sem'in doğumgününe gelirsen orda görüşürüz zaten dedim. o da -gelicem, orda görüşürüz o zaman. dedi. bu akşamki iptal olan doğum günü kutlamasına, doğum günü sahibi arkadaş sem dışında herkes geleceği için o da planını bize göre yapmış. ne tuhaf geçen sene bu zamanlar sevgilim olan adam, daha sonra beni önce aldatıp sonra terkeden adamla, sanki telefonda konuştuğum kişi aynı kişi değil gibi. sanki hiç sevgili olmamışız, o beni hiç aldatmamış gibiyiz. hiç bir duyguya sahip değiliz birbirimize karşı. arkadaşlık desen o da mümkün değil. sadece yıllardır hiç ayrılmadığımız arkadaş grubumuza zarar vermemek adına birbirimize hiç bir şey yaşamamış numarası yapıyoruz. beynimizden o dönemi silip atmış gibiyiz. tuna harun'un son zamanlardaki tavırlarını tekrar bana yanaşmaya çalışıyor gibi yorumlasa da, bu duruma pek mahal vermemeye çalışıyorum. onu affettiğimden beri bütün öfkem hırçınlığım geçti. ne ona karşı bir sevgim ne heyecanım ne de nefretim var. sanırım her kes bunu iyi anlamalı, yada anlatabilmeliyim. çünkü tekraren yapılan yakıştırmalar beni hepsinden uzaklaştırıyor....
    neyse saçımın bekleme süresini de bu yazıyı yazarak geçirdim. şimdi gidip önce saçımı yıkayıp sonrada duş alıcam... çıktıktan sonra daha hazırlanıcam, saçlarım ojelerim kıyafetlerimmmm... ooofff umarım yetişirim hadi ben kaçtım. öpito....

    Başka uzaklar


    -sanki, zaten yanımdaymışsın da, yanımdan kalkıp gidiyormuşsun gibi... başka bir uzağa....

    1 Ocak 2010 Cuma

    Paran kadar "popo" elleyebilirsin...!!! Taciz 69 TL.


    Gel vatandaş, bu memlekette taciz 69 TL. Bastırırım 69Lirayı yaparım tacizimi diyorsan gel !!! Bizim buralarda sadece düşünceye, fikre ceza var. Paran kadar "popo" elleyebilirsin...!!!
    Yersen...!

    hadi benim recebim recebim, açıverde görelim :)))))

    bir vido ile bir şarkı anca bu kadar güzel ve isabetli olabilir... sabah facebookta izledim ve izlediklerim sinir bozucu olsada oldukça eğlenceli bir video olmuş....
    mutlaka izleyin, izletin, ve paylaşın derim :))




    yılın ilk yazısı

    geldi geçti işte, ne illetmiş şu yeni yıl tantanası... hala aynı yerdeyim işte bi değişiklik yok. telefonlarım çaldı sık sık. beni, internette ve evde olduğumu görenler panikle telefona sarılmışlar belli. işi nedeniyle bir süredir şehir dışında olan çok sevdiğim bi arkadaşım aradı saat 12 ye yaklaşırken, "nasıl yani? yıl başı gecesi ve sen evdesin?" dedi şaşkınlıkla... "evet eğlenmeye ve gece hayatına meyilim vardır ama ben hiç bir yılbaşını dışarda kutlamadım ki" dedim gülümseyerek. işlerinden falan konuştuk. bir kaç aydır orada olmasına rağmen ona yıllardır uzaktaymış gibi geliyor.. istanbul'u bir özlemişki sorma. "ne para ne pul hiç bişey istemiyorum, yeterki ait olduğum yerde yaşayayım" diyor. bıraksam ağlayacak telefonda nerdeyse... arasıra taksime istiklale çıktığım zaman onu arar, caddenin, insanların, tramvayın, dükkanlardan yükselen klasik taksim müziklerinin sesini dinletirim, delirir:) "seninle gezip dolaşmayı, sohbet etmeyi, hadi hazırlan geliyorum seni alıcam bişeyler içelim demeyi özledim" diyor. gitmeden önce son günlerde çok sık görüşememiştik, "acısını çıkarıcam, çok fena dağıtıcaz gelince" diyor. düşündümde özlemişim keratayı. onun aylardır işi ve otel odasında geçirdiği günleri düşününce hakkaten geldiğinde fena dağıtıcaz gibime geliyor... bende zaten yeterince eve kapatmıştım kendimi.... eskisi gibi ne güzel olurdu yine sabahlara kadar gezip dolaşıp fotoğraflar çekmek.... bencede gelmelisin şerbet....(ben ona şerbet diye hitap ederim)
    onun ardından başka bir arkadaşım aradı, nişantaşında bi mekandalarmış, evde olduğumu söylediğimde, uzaktan bakınca dururmumun iyi görünmediğini, herkesin eski rapunzeli özlediğini söyledi.... ona da aynı açıklamayı yapıp, kendimi şöyle bi yokladım an içinde.... hiç gaza gelecek bi psikoljim yoktu.
    ben böyle iyiyim şimdilik, dinleniyorum. yada kafam gürültüyü götürmüyor artık yaşlanıyorum başkalarına göre de kim bilir... ama bu dinginliği malesef cumartesi akşamı çok sevdiğim bi arkadaşımın doğumgünü kutlaması için bozucam. bütün eski arkadaşlar orda olucaz ve gece çok uzun sürecek bu yüzden... bu arada yarın saçlarımı tekrardan siyaha boyuyorum, sıkıldım yine bu karamel renk hiç yakışmadı bana. ne olursa olsun siyah saç bana yakışan tek renk....
    herneyse,
    yılın ilk yazısınıda yazmış oldum böylelikle...

    31 Aralık 2009 Perşembe

    Delirapunzel'den yeni yıl incileri (son)

    2009un son 6 saati ve ben sanırım grip sinyalleri veriyorum:( iyikide arkadaşların davetlerini kabul etmedim. annem bütün gece bana mis gibi ıhlamur vb. bitki çayları yapar, gayet ayık ama gripten bayık bi şekilde yeni yıla hoş geldin derim...
    son 6 saat kala sizler için iyi dileklerde bulunup artık böğ getiren yeni yıl muhabbetlerine son vermek istiyorum....

    ey ahali,
    yeni yılda dilerim ki;
    çok mutlu sağlıklı ve başarılı olursunuz...
    ailenizi sevin,
    dostlarınızı unutmayın,
    sizi üzenleri affedin ama uzak durun,
    çorapsız terliksiz taşlara basmayın,
    sevgilinizi aldatmayın,
    bazen, sadece ama sadece kendinizi mutlu edecek saçmalıklar yapın,
    bile bile lades demeyin,
    ismail yk serdar ortaç ve petek dinçöz dinlemeyin,
    yiyin için eğlenin, dibini görmeyen top olsun, ama en güzel an larınızı unutacak kadar sarhoş olmayın,
    kütüphaneniz büyüsün,
    ütünün fişini prizde unutmayın,
    hedefleriniz olsun, hayallerinizden vaz geçmeyin,
    çok paranız olsun ama çok harcamayın, 2011'i düşünün,
    radyodan falınıza şarkı tutun,
    size mendil satmak isteyen hiç bir çocuğu geri çevirmeyin,
    kendinizi yenileyin süslenin püslenin sık sık aynaya bakın, kendinizi sevin...

    benden size düşenler bunlar... herkesin tekerleme yaptığı yeni yıl dileklerinden bende yok malesef... iyi yıllar...

    öperim....

    son yıllarda dinlediğim en uyumlu düet...

    Son yıllarda dinlediğim en güzel düet evet. Aylin Aslım'ın artık bir klasik olan şarkısı "Senin gibi" ve Cem Adrian'ın muhteşem performansı, iki sesin birbirine yansıttığı o muhteşem duygu.... O gece bende Hayal Kahvesi'nde olup bu muhteşem düeti dinlemeyi planlıyordum ama her zamanki gibi tuna'nın ekintisine uğradım. Gelecek performansta kesinlikle canlı dinleyeceğim....



    Cem Adrian & Aylin Aslım - Senin Gibi from cem adrian on Vimeo.

    maybe one day....

    maybe one day....